Cumhuriyet Caddesi -4-

Cumhuriyet Caddesi’nin Gündoğdu Palas’tan (Bugünkü İş Bankası’nın olduğu yer) aşağı doğru kasap Sait’in “Sahra Kasabı” gelir, buranın altında Eczacı Leyla Yahşi’nin Şifa Eczanesi bulunurdu, Ecz. Leyla Hanım son derece zarif ve kibar bir hanımefendiydi.

İş Bankası’nın önünde, küçücük büfesinde Dadaş kıyafetleri ile gördüğümüz “Dadaş Necati” de caddenin en eski köşe taşlarından biri olarak, yine aynı heyecanla işini devam ettiriyor.

Rahmetli M. Ali Bayır’ın Lale Mobilya ismindeki dükkânı, Erzurum’un en güzel ve sağlam mobilyalarını imal ederdi.

Uzun yıllar geçmesine rağmen, Lale Mobilya’nın imal ettiği masa, sandalye, sehpa, vitrin gibi eşyalara bazı evlerde rastlamak mümkün.

Bu gün Ziraat Bankası’nın olduğu binanın zemin katında, kapatılan Emlak Kredi Bankası vardı, binanın üst katında ise muhtelif bürolar bulunurdu.

1960’lı yılların sonlarıydı sanırım, siyah bir Chevrolet marka araba, bu binanın önünde durmuştu, etrafta bulunan gençler bir anda esasduruşa geçtiklerinde, araçtan ismini çok iyi bildiğimiz, ülkücü harekâtın lideri Sn. Alpaslan Türkeş inmişti.

İlerleyen yıllarda daha yakından tanıyacağımız Sn. Türkeş’i bu ilk görüşümüzdü.

Emlak Bankası Bölge Müdürlüğü’nün bulunduğu bina asansörlüydü, dolayısıyla bizimde asansörle tanışmamız burada olmuştu, hevesimizi gidermek için asansöre o kadar çok biner inerdik ki neredeyse midemiz ağzımıza gelirdi.

Bankadan aşağıya yan yana dizilmiş ve halk arasında “Vakıf apartmanları” denilen dört adet bina bulunurdu.

Her biri değişik renkte boyanmış ve aralarında boşluk bulunan bu apartmanlarda, şehrin bürokratları ve eşraftan bazı kimseler otururlardı.

Ata dede mahallemiz Ayazpaşa’dan ayrıldıktan sonra, Mahallebaşı’nda uzun yıllar oturmuş babamın, devlet memuru olmasından dolayı, ilerleyen yıllarda bizde vakıf apartmanlarına taşınmıştık.

Çocukluğumun ve gençliğimin önemli bir bölümünü geçirdiğim vakıf apartmanlarından dolayı, Cumhuriyet Caddesi’nde oldukça hatıra sahibi olduğum söylenebilir.

Hüznü ve sevinci burada tatmıştım.

Evlerin bacalarından inmeyen bir çocuk için, apartmanın balkonu ne kadar da bana ilginç gelmişti.

Liseyi, üniversiteyi kardeşlerimle birlikte bu apartmanlarda tamamlamıştık, babam genç sayılacak bir yaşta, bu vakıf evinde hayata gözlerini yummuştu.

Ankara’ya tayin yaptırmak için gitmiştim, sağ bıraktığım babamın cenazesine bile kavuşmak nasip olmamıştı.

Ne yazık ki “Hicranlı hayatın son matemi”ne yetişememiştim, aradan geçen bu kadar yıla rağmen, bunun ezikliğini hâlâ hisseder dururum.

Yazın son günleriydi, gece bindiğim otobüste zıngır zıngır titremiştim, o yol sanki de hiç bitmeyecek gibi geliyordu, Erzurum’a indiğimde, babamı Vatan-ı aslisi’ne çoktan götürmüşlerdi.

Türkiye’nin en sevilen kişilerinden biri olan Prof. Dr. Üstün Dökmen, bu apartmanlarda oturmuştu, benimde çocukluk arkadaşımdı.

Üstün Hoca vakıf evleri yıkılmadan önce Erzurum’a gelmişti, hatıralarını yazmak düşüncesiyle birlikte çekim yapmış, eski günleri yâd etmiştik.

Zamanla; vakıf apartmanlarının alt katları ve apartmanlar arasındaki boşluklar dükkân haline getirilerek, şehre bir görünüm kazandırılmıştı.

Bu arada sökülen vakıf apartmanlarının yerinde, güzel bir iş merkezi yapılıyor olması da caddenin estetiği açısında oldukça önemli bir gelişmedir.

Vakıf apartmanlarının bitişiğindeki binanın üst katları otel, alt katı ise İrfan Pasin tarafından lokal olarak çalıştırılırdı.

Kuş meraklısı olan İrfan Ağabeyi, otelin üstünde kuşlarını besler ve onları uçururdu.

Otelin yan tarafında Hafız Kemal Usta ve kardeşinin Singer dikiş makinelerini tamir eden servisleri vardı, bu binanın bitişiğinde ise Hıfzı ve Hüsnü Kaplan kardeşlerin bahçeli evleri mevcuttu, Kaplanlar sonra burasını sökerek Kaplan İş Merkezi ismi altında yeni bir binaya çevirdiler.

Karakullukçu Hamamı’nın yerine yapılan Kızılay binasının önündeki dükkânlarda, Milli Eğitim Kitapevi ve MTTB bulunurdu.

Kızılay Pasajı’nın içinde THY bürosu, kadın kuaförü, düğmeci, sahaf ve çay ocağı vardı, pasajın arka kapısı Erzincan Kapı’ya açılırdı.

Kızılay binasının bitişiğinde, demir kapılı büyük bir bahçesi olan Kültür Kurumu İlkokulu, Cumhuriyet Caddesi üzerindeki tek eğitim kurumuydu.

Cumhuriyet döneminde Turist Otel olarak yapılan ve sonra Subay Orduevi olan bina, şimdi Polis Evi olarak hizmet vermektedir.

İletişimin bugünkü kadar rahat olmadığı dönemlerde, halkın en çok uğradıkları resmi kurum şüphesiz PTT binasıydı.

Telgraf çekmek, mektup atmak, telefona yazılmak için, insanlar PTT’nin bu şirin binasında uzun zaman beklerlerdi.

PTT binası, kışın sıcak ortamıyla da soğuktan kaçanların sığındıkları bir baba ocağı gibiydi.

Bu eski bina yıkılarak yerine daha gösterişlisi yapıldı, ama insanlara kucak açan o sıcaklık içeride kaldı mı onu bilemiyorum.

Cumhuriyet Caddesi; Orkide Çay Bahçesi’nin yeşillikleriyle birlikte, Halkevi’nin önünde, caddenin bugünkü hali gibi son bulurdu.

Cadde; kışın ağır geçtiği dönemlerde üzeri buzla kapanır, havaların ısınmasıyla birlikte onlarca belediye işçisinin kazma kürekleriyle asfalta kavuşurdu.

Kışın ortasında donan suları açmak için de caddede yanan ateşleri oldukça sık görürdük.

Cuma günleri, Kuşkay’ın önünden hareket eden askeri bando eşliğindeki merasim bölüğünün coşkulu geçit töreni, Havuzbaşı’ndaki bayrak merasimiyle devam eder, bu tören Pazar günü aynı coşkuyla sürerdi.

Tören bölüğünün arkasına ise geleceğin Mehmetçikleri küçük çocuklar takılır, asker ağabeylerini taklit ederlerdi.

Atletizm yarışmalarında sporcular yine caddenin başında start alır ve burada yarışmalarını tamamlarlardı.

Yine bayram merasimleri ve fener alayları bu güzergâh üzerinde yapılır, binlerce Erzurumlu kaldırımları hınca hınç doldururdu.

Erzurumlu gençlerin arkadan arkaya kız sevme maceraları da yine Cumhuriyet Caddesi’nin kaldırımları üstünde olurdu.

Bu nasıl bir temizlik ve saflıktı, uzak mesafeden takip ettiği kıza gönlünü kaptırmış garibim, belki de senelerce aynı işi yapardı da kızın haberi bile olmazdı.

Kızın taliplisi çıkar evlenirse, delikanlı bağrına taş basar, yemeden içmeden kesilirdi.

Sevdalar unutulur mu bilinmez, ama genelde delikanlı, anasının bulduğu bir kızla evlenir, kaderine baş eğer, yaşananlar hatıralarda kalırdı.

“Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli” şarkısı, belki de bizim gençler için bestelenmişti.

Yaz geldi mi dondurmacılara buz getirmek için dağa giden eşekçilerin, sabah namazından sonra eşekleriyle caddeden geçmeleri de görülmeğe değer bir manzaraydı.

Caddenin bir başka hareketli zamanı ise onlarca faytonun atlarını dörtnala koşturdukları düğün konvoylarının geçişinde yaşanırdı.

Delisiyle, velisiyle, kabadayısıyla, beyefendisiyle, hanımefendisiyle, küçüğüyle, büyüğüyle, amiriyle, memuruyla, Cumhuriyet Caddesi herkesin üzerinde yürüdüğü mekân olmaya yine devam ediyor.

Omo Kemal, Sucu Naim, Eşo, İspitçi Şefik, Kasap Mustafa, Cüce Şefika, “Ölüm var Ölüm” diye dolaşan Hacı Halil gibi renkli simalar olmasa da Erzurum kültürünü yansıtan dadaşlar azalsa da Cumhuriyet Caddesi üzerinde hayat akıp gidiyor.

Sırası gelmişken; Cumhuriyet Caddesi’nde sık gördüğümüz Elo ve Eyüp isimli iki farklı kişilikten de bahsetmeden geçemeyeceğim.

Elo; saçı sakalı birbirine karışmış, yaz kış belden yukarısı yarı çıplak vaziyette, ayakkabısız dolaşan esrarengiz bir adamdı.

Kendisini en son 1973 yılında, tipili bir kış gününde karların içerisinde çıplak bir vaziyette yürürken görmüştüm.

Karnının sağ tarafında büyükçe bir kitle göze çarpıyordu, nerede kalırdı, ne yer ne içerdi, pek bilgi sahibi değildik.

Eyüp ise düzgün kıyafetle caddede gezerdi, onun da farklı bir huyu vardı.

Bu özelliğini bilenler, Eyüp’ü caddede rahat bırakmazlardı.

Eyüp’e dokunulduğu zaman, muhakkak Eyüp’ün o kişiye dokunması şarttı.

Bazıları gelir Eyüp’e vurur kaçarlardı, Eyüp’te peşlerinden koşar, kendisine vuran kişiyi bulur, derhal mukabele ederdi.

Eyüp’e vurup askere gidenlerin olduğu bile anlatılırdı.

Yıllar sonra Eyüp’ü İstanbul’da bir çay ocağında görünce, Eyüp’ünde göç kervanına katılanlar arasında olduğunu anlamıştım.

Resmi kurumlar dağılınca ve akşama doğru, cadde birbirinden şık giyimli bay ve bayanlarla dolardı.

Çok güzel giyimli fötr şapkalı beyler birbirlerini şapkalarını çıkararak selamlardılar.

Bu davranış biçimi bizimde hoşumuza gitmiş olacak ki okul şapkalarımızla bu beylere asker selamı verir, onların da şapkalarını çıkarıp bizleri selamlamalarını beklerdik.

Öğrencilik yaptığımız dönemlerde, öğrencilerin subay şapkalarına benzer şapkaları vardı, ortaokul ve liselerin şapkaları birbirinden farklı olduğu gibi, okullarında şapka renkleri farklıydı.

Sanat Mektebi’nin yeşil, Ticaret Lisesi’nin bordo, İmam Hatip Lisesi’nin beyaz, Öğretmen Okulu’nun eflatun diğer liselerin ise şapkalarında sarı şeritler bulunurdu.

Bu şeritler ortaokullarda düz kurdele şeklinde, liselerde ise kordon tarzında olurdu.

Caddede gezen öğrenciler öğretmenlerini gördükleri zaman, askerler gibi hemen selama dururlardı.

Şehir kültürünün en önemli göstergelerinin başında, şüphesiz şehrin caddeleri gelmektedir.

İstanbul’un İstiklal Caddesi, İzmir’in Kordon Boyu, Ankara’nın Kızılay’ı neyse, şehir kültürünün yoğun olduğu dönemlerde, Cumhuriyet Caddesi’de aynı görkemde ilgi görürdü.

Cumhuriyet Caddesi; şehir kültüründen uzaklaşmış haliyle eski havasını arar olsa da 2011 Kış Oyunları’nın vereceği ivme ile tekrar eski ruhuna kavuşabilir diye ümit etmekteyiz.


Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.