Hoş geldin Balbay, hadi bana bay bay!

Hiç düşündünüz mü insan nasıl donar?


Allah aşkına şu Erzurum'un zemherisinde de hiç olmazsa bir kez bile düşünmediniz mi?

Önce parmaklarınız donar. Ayak parmakları yavaş yavaş hissizleşir. Sonra tatlı bir sıcaklık? Sonra katılaşma. Kan artık gidecek bir damar bulamaz, serumunu salar vücuda.
O serum ki; vücudun ürettiği narkotik bir maddedir. Beyin içinde bulunduğu tehdide uyuşarak tepki verir.

Her seçim de Erzurum için bir zemheridir!


İlk ayaklarımız donmaya başlar.  O aşağılarda bir yerlerde, ayakkabı, çorap içinde ayak parmaklarımız serumunu salar. Ödem başlar, ardından tatlı bir uyuşmayla baş başa bırakır bizi. 

Ayak kim, baş kim?

Öyle hızlı gındıllanır ki bu şehir, sonunu kimse bilemez...

Ama ekâbirlere sorarsanız bizden başka herkesi  gösterirler!


Çorapta parmaklar donar. Ta ki buzlar çözülünceye kadar.

Sahi siz;  Cevat Fehmi Başkut'un yazdığı,  Kemal Sunal'ın oynadığı 'Buzlar Çözülmeden' filmini hiç izlediniz mi?


Hani tımarhaneden kaçan iki delinin, kardan yolları kapanan bir kasabada, buzlar çözülünceye kadar tayin oldukları kasabaya gelmeyen hakim ve kaymakamın yerlerine geçtikleri o filmi?

Erzurum her zemheri buzların çözülmesini bekler.


Erzurum her seçimde tatlı bir donma uykusuna dalar.

Bu ülkenin harcını ilk biz kardık. Hani şu  23 Temmuz Erzurum Kongresi'nde.

Ondandır bu ülkenin kaderi Erzurum'a pek benzer.

Demem o ki;

Zemheri gelince bu şehirde hepimizin ilk önce ayak parmakları donar. Sonra salınır beynimize buzun serumu ve tatlı bir uykuyla uyuşur bedenimiz.


Kalkıp soran olmaz: "Milletin adına karar veren", "milletin bizzat seçtiği" ile niye didişir ki?


***


Ve siz; 


İşi sadece gazetecilik olan Balbay'ı zemheriye teslim ederken, gidecek damar bulamayınca salarsınız serumu!

Mışıl mışıl ölüm uykusuna dalar bedeniniz.


Neyse ki buzlar yine zamanında çözüldü de saldılar Balbay'ı.
Merak etmeyin, beyin de yavaş yavaş atar uyuşukluğunu.



Bunlar olup biterken, gecenin dördünde telefon açıp,  Ankara'dan Erzurum'a "atanacak" belediye başkanının adını öğrenmeye çalışan ağabeyim, o kulislerden haber alacak gazeteci mi bıraktınız bu ülke de?

" - Ne diyirsiz canın yiyim. Ben de mi Balbay olim?"

En son böyle zemheride bir dadaş aleme gazeteciliği öğretmişti.


O'da;  Süleyman Necati ve gazetesi  Albayrak'tı..

O  zemheri aylarında,  işgal yıllarında; ayaklar donmasın, başlar uyuşmasın diye çıra yakıyordu buzun üstünde.

İnanmayan gidip baksın halâ durur  Atatürk Evi Müzesi'nin soğuk salonunda  sıcak matbaası.

Balbay, hoş geldin.
İnşallah çözülür buzlar bu zemheri ayazında  baharı getirdin.


***


Durun... Kızmayın hemen!...


Biliyorum;  işe yaramaz, size zehirli fikirler saçan bir adamım.


Benim, derdim başka...


Ben, yıllarca bu şehirde;  MithatTurgutcanl'arın, Kemal Alyanak'ların, Cihat Güngör'lerin, Ahmet Polat'ların, Durdemir Bilirdönmezler'in, Celal Kaçtıoğlu'ların, Mücahit Küleri'lerin , Kadir Sabuncuoğulları'nın, MehmeŞener'lerin kurduğu ve bulunduğu cemiyetlerde  görev aldım.  Bazılarının yanlarında , bazılarının karşılarında oldum. Bazılarıyla birlikte çalıştım.


Hepsi de adamdı...


Mithat BeyKadir Şef,  Mücahit Hoca  ve Şener hariç hepsi öldü gitti...


Ama bakın;  bu şehirde o ölülerin dirileri hala direniyor!


Ama;  sizin 5 kuruş etmeyen ancak on kuruş çıkarınız için sattığınız sözde gazeteleriniz, taklit Albayrak'larınız, cemiyet ve federasyonlarınız ise bugünden sonra basın çöplüğünde...



***



Ya hu...!

Bir gazeteci, sadece gazeteci olduğu, kalemini namus bellediği ve bunun için iktidarın o ceberut bekçileri tarafından bir şafak vakti; 5 aylık çocuğundan kopartılarak  mahpusa götürülürken neredeydiniz?


Hadi.. O zaman dondunuz!... 

Peki;  o kocamış adalet,  5 yıl sonra aynı meslektaşınızı  bir gece yarısı evine gönderirken ne yaptınız?


Ey...!

Güce tapan meslektaşlarım;

Biliyor musunuz; bir fikir  işçisi olarak  25 yıldır, 5 yetimi kalemi ile doyuran ben;  artık bu zor işten kendimi ayırmayı düşünüyorum.

Çünkü,  hepinizden utanıyorum...!


Çünkü;

Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı bu şehirde; bazı tacirler sayesinde, solan Albayrağım ve  ufalan dağlarım da kimliğimin silindiğini görüyorum!


Çünkü; 

İzmir'in;  bir 9 Eylül'ü, Balbay'ı, Sertel'i var...

Ancak;  Gazi Paşa'yı  kucaklayan bu Erzurum'un hala bir; 12 Mart'ı, 23 Temmuz'u, Hür Söz'ü yok!..

Albayrak ise avuntumuz olarak tarihte kalmış.

Cumhuriyet'im adına TBMM'de dün yemin eden sabrımla gurur duyuyorum.

Buzlar çözülmeden geldin ya,  hoş bulduk ey özgürlük,

Sefa getirdin  Balbay...


11.12.2013 01:02:23