I. Dünya Savaşında Kafkas (doğu) Cephesi Uluslararası Sempozyumu

100. yılı münasebetiyle I. Dünya Savaşında Kafkas (doğu) Cephesi Uluslararası Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Kültür ve Gösteri Merkezinde başladı.

Erzurumajans-100. yılı münasebetiyle I. Dünya Savaşında Kafkas (doğu) Cephesi Uluslararası Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Kültür ve Gösteri Merkezinde başladı.

Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Erzurum Valiliği ve Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü işbirliğinde "100. Yılı Münasebetiyle I. Dünya Savaşı'nda Kafkas (Doğu) Cephesi Uluslararası Sempozyumu", 25-27 Eylül 2014 tarihleri arasında Atatürk Üniversitesi'nde gerçekleşiyor.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasıyla başlayan sempozyumun ilk gününde açılış konuşmaları yapıldı.

Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ali Beyhan, Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak, Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Tarih Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Yakup Mahmudov ve Erzurum Valisi Ahmet Altıparmak, birer açılış konuşması yaptılar.

Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak, "Yüz yıl önce bir haziran sabahı Avusturya Dükü Franz Ferdinand'ın Saraybosna'da bir suikast sonucu yaşamını yitirmesiyle kıvılcımlanan bir savaşın 100. yılını anmak ve değerlendirmelerde bulunmak için burada bulunuyoruz. Şimdiden kıymetli katkılarınız için teşekkür ediyor, hepinize hoş geldiniz diyorum. Birinci Dünya savaşı kuşkusuz insanlık tarihinin en büyük yıkım ve trajedilerinden biridir. On milyonlarca insanın öldüğü, koskoca bir kıtanın yakılıp yıkıldığı, ülkelerin yerle bir edilip, sınırların daha önce görülmemiş bir biçimde el değiştirdiği bir savaştır. 100 yıl geçmiş olmasına rağmen sebepleri, sonuçları ve etkileri hala devam eden ve bu yönüyle de, bir anlamda "bitmemiş" bir savaşın adıdır. Bu savaşın baş aktörlerinden biri bizlerdik, bizleriz. 100 yıl önce vatanımıza, sınırlarımıza karşı başlatılan mütecaviz hamlelerin giderek uluslar arası bir paylaşım savaşına dönüşmesi sonucu çok şey kaybettik, çok yıkımlar yaşadık. Falih Rıfkı Atay, "Zeytin Dağı" adlı eserinde 1914 yılı Osmanlı İmparatorluğu sınırlarını şöyle anlatır; "Zeytindağı'nın tepesindeyim. Lût denizine ve Gerek dağlarına bakıyordum. Daha ötede, Kızıl denizin bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman Kamame'nin kubbesi gözüme çarpıyor. Burası Filistin'dir. Daha aşağıda Lübnan var; Suriye var; bir yandan Süveyş Kanalı'na, öbür yandan Basra körfezine kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız! Ben bu büyük İmparatorluğun çocuğuyum". 100 yıl önceki vatan hudutlarını böylesi veciz ifadelerle aktaran Falih Rıfkı Atay, ömrü vefa edip yaşasaydı, kuvvetle muhtemeldir ki, bugün sadece 784 bin metrekareye sıkışmış bulunan milletimizin bu savaşı bütün kodlarıyla anlayıp, öğrenebilmesinin ne denli elzem olduğunu dile getirmekten geri durmazdı. Evet.. bu savaşın sebeplerini, sonuçlarını ve etkilerini bütün kodlarıyla öğrenmek ve bunu bir tarih bilinciyle değerlendirmeye tabii tutmak kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bilinç, "anlama, şuur, doğru yönlenme, yerinde davranışlar gösterme" gibi anlamlara gelirken, tarih bilinci de, tarih bilimini faydalı olacak şekilde kullanma durumu şeklinde açıklanabilir. Gerçekte de tarih bilinci demek, sizlerin de bildiği üzere, "tarihsel bilgiyi bilimsel düşünce düzeyine ulaştırabilmek", tarihsel olay ve olguları akılcı bir analize tabii tutmak, "tarihi, aklın rehberliğinde anlamlandırmak" çabalarıdır. Tarih bilinci olmadan ne geçmişi yorumlamak mümkündür, ne de geleceği planlamak. Dahası tarih bilinci, salt geçmişi hatırlamak değil, gelecek kurgusuna katkıda bulunmak demektir. Zira, "gelecekle ilgili kaygılar taşıyan her insan, her toplum, her millet geçmişten vazgeçemez". Bir başka deyişle, "gelecek kaygısı tarih bilinci edinmeyi gerektirir". Bu gereklilik, George Bancroft'da "geçmişin yıkıntıları bugünün uyarılarıdır" şeklinde tezahür ederken, Norman Coisins'de de, "tarih muazzam bir erken uyarı sistemidir" biçimiyle açıklanır. Gustave Le Bonn, "dünyayı idare edenler ölülerdir" derken, geçmişin şimdiye etkisinde ve geleceğin oluşmasında ne denli belirleyici olduğunu göstermek istemiştir. Buna benzer bir yaklaşım T.S. Eliot'da da vardır. O da tarih bilincini "sadece geçmişin geçmişliğini bilmek değil, onun halde de / şimdide de var olduğunu anlamak demektir" şeklinde açıklar. Velhasıl kim, nasıl açıklarsa açıklasın, aslında herkesin üzerinde hemfikir olduğu nokta, tarih bilincinin kişiler, toplumlar ve milletler için yaşamsal bir değerde bulunduğudur. İngiliz başbakanlarından birine "Hindistan mı, Shakespeare mi?" diye sorulunca, tereddütsüz "Shakespeare" demişti. Çünkü Hindistan demek, sadece bir toprak parçası ve bazı maddi zenginlikler demekti. Oysa Shakespeare koca bir İngiliz tarihinin ededi taşıyıcısı, edebi bilinci ve edebi belleğidir. Kuşku yok ki, tarih bilinci olmayanların, güçlü ülkelerin, daha doğru bir ifadeyle emperyalist güç ve eğilimlerin dayatmacılığına ve onlar tarafından sömürgeleştirilmeye maruz kalmaları işten bile değildir. Yine bilindik bir ifadeyle açıklayacak olursak; "tarihini bilmeyenlerin coğrafyalarını başkaları çizer". Bin yılı aşkın bir zamandır bu topraklarda yaşamaktayız. Yani bu toprakların en az bin yıllık tarihini yaşayan da, biçimlendiren de bizleriz. Bin yıllık "geçmişin tarih olabilmesi, tarih bilincine sahip olmayı ve bu bin yıl içinde inşa edilen medeniyete sahip çıkmayı, o medeniyeti yaşatmayı gerektirir". Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Türk genci ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır" sözü, genç kuşakların tarih bilinciyle yetiştirilmelerinin ne denli önemli olduğunu anlatmaktadır bizlere. Bu bağlamda, bu ve benzeri etkinliklerin özellikle genç kuşaklara ve gelecek kuşaklara ciddi kazanımlar sağlayacağını düşünüyor, bu sempozyumun da salt geçmişin bilgilerinin aktarıldığı bir düzlem değil, tarihsel bilincin gelişip, toplumsal belleğin diri tutulmasına katkı sağlayacak bir etkinlik olmasını temenni ediyorum. Bu vesileyle "100.Yılı Münasebetiyle 1.Dünya Savaşında Kafkas Cephesi Uluslararası Sempozyumu"na Atatürk Üniversitesi ile birlikte katkı sağlayan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'na, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı'na ve Erzurum Valiliğine teşekkür ediyor, katkı ve katılımda bulunan siz değerli bilim insanlarına da en içten takdir ve şükranlarımı sunuyorum." diye konuştu.

Sempozyumda, XIX. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar Kafkas (Doğu) Cephesi'ndeki siyasi askeri, ekonomik ve sosyal gelişmeler hakkında yapılan araştırmaların sunumları yapılacak. Sempozyuma, yurtiçi ve yurtdışından 50'den fazla bilim adamı katıldı.

25.09.2014 18:05:21