Metin Diler, Çırçır Mahallesi'ni anlatıyor

Çırçır’da doğup büyüyen Metin Diler, Erzurum’un tarihi mahallerinden Çırçır'ı anlatılıyor… Bu yazı dizisinde Erzurum, mahalle kültürünün unutulan detaylarını ve anılarınızı bulacaksınız.

KAYBOLAN ÇIRÇIR!-1  

Günümüzde, kendine mahsus bir kültür meydana getiren eski mahalle hayatının izlerine ne yazık ki sadece fiziki yapılarda rastlamak mümkündür. Buram buram akasya kokan ağaçlarının arasında ki sokaklardan yükselen zerzevatçı nidalarını,tırhışlı kapılarardında yapılan ikindi sohbetlerini, misafir yolunu gözleyen aralıklı kapıları, düdük öttüren telaşlı bekçileri, birbirine yardım etmekten imtina etmeyen kadirşinas sakinleri tahassür eden Çırçır’da mahalle hayatı ve kültürünü ancak eski zamanlarda tahayyül ederek teselli bulmaktayız.

Ardı ardına dizilmiş sokaklar arasında birbirine bitişik yapılmış çoğu tek katlı ve ikişer katlı toprak evler, muhabbetleri dışarı sızdıran tırhışlı kapılar,üzeri saçla kaplanmış kocaman anahtarlı,tahta kapıları mevcuttu.Kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen ilk zamanları tahta minareli şimdilerde bir ok işareti gibi sema’yı gösteren adeta Osmanlı mimarisini andıran haşmetli minaresi ile Çırçır cami, delikanlıların toplanma mekanıydı.

Mahalle hayatını oluşturan en önemli unsurlardan biri de mahalle sakinleri arasında ki komşuluk ilişkileriydi.  Herhangi bir mahalle sakininin karşılaştığı müspet ya da menfi bir olayın ceremesi veya semeresini bütün mahalle paylaşırdı. Ölüm, doğum, evlilik, sünnet gibi sosyal hadiselerin üstesinden hep birlikte gelinirdi.Mahalle de birisi vefat etti mi acıya hep birlikte ortak olunur, yas evine cenaze masrafları yaptırılmaz bu işi akrabadan kendisini bir adım daha önde tutan komşular üstlenir,yas hafifleyince yapılan masraflar cenaze sahiplerince komşuna iade edilirdi.Yas süresince cenaze evinde yemek pişmez, bu işi yine en az bir hafta boyunca komşular üstlenir ve cenaze evine yemekler giderdi.

Mahallede birisi evlendiğinde çeyizinden düğün alayına kadar bir imece usulü gibi herkes üzerine düşen vazifeyi yerine getirirdi.

Bayram öncesinde yine hanımlar toplanır öncelikle caminin halıları yıkanır sonra ev temizliğine başlanırdı bu işleri yaparken komşular birbirlerine yardım etmekten geri kalmazlardı.Erişte kesilecekse mahallenin bütün kadınları bir evde toplanır hamuru açar erişteleri itina ile keserlerdi.Kışlık şalgam turşusu için çırtma yapılacaksa yine yardımlaşarak bu işi yaparlardı..

Sıcak yaz günlerinde hanımlar evin beyini işe uğurladıktan sonra bir birlerine sabah kahvaltısına, ikindi çayına giderlerdi. Toprak evlerin bacalarında yanan semaverler hanımların ikindi çayının vazgeçilmez mekânı olurdu...

Elleri öpülesi vefakâr analarımız akşama ne pişireyim derdine düşerken ergenlik çağına gelmiş genç kızlar birbirleri ile buluşur gençliğin verdiği hevesle öyle bir elinde cımbız bir elinde ayna olmazdı. Parmağında ''Üsküf'' bir elinde iğne bir elinde kanaviçe olurdu. Dünyalarını, hayallerini rengârenk ipliklerle kanaviçe ile etaminlere nakkaş gibi nakşederlerdi. Daha yeni okuma yazma öğrendiğimiz dönemlerde o iplikler üzerinde ki''Domino Koton Parle''yazısı hafızamda halen canlılığını korur ..Ya delikanlılar onlar boş durmazlardı mesleklerini icra ederken bir yanda da mahallenin namus bekçiğini yaparlardı.Kimse kimseye yan gözle bakmaz komşusunun namusunu kendi namusu sayar ve bu uğurda canını bile ortaya koyardı..! Bileğine olduğu kadar yüreğine de sağlam kabadayıları vardı, hakkı adaleti gözeten haksızlıklar karşısında boyun eğmeyen kelimenin tam anlamı ile gerçek kabadayılar bulunurdu.

Kabadayılık şimdilerde olduğu gibi öyle eline bıçak alıp ‘’heyt’’ naraları atarak sokaktan geçeni çevirip dövmek gücü yetmeyince bıçaklamak değildi.

Çırçır’ın kabadayıları bileğine olduğu kadar yüreğine de sağlam kişilerdi. Hakkı adaleti gözeten, haksızlıklar karşısında boyun eğmeyen, mahallenin asayişini sağlayan, kimi zaman muhtar, kimi zaman esnaf, kimi zaman bekçi, kimi zaman dert babası, sevgi abidesi olan insanlardı…

Solak Abdo, Kafa Ceco, Uzun Feho, Carcanus Nuri, Gado Şeref vs. mahallede yetişmiş son kabadayılar olarak anlatılır.

Şimdilerde uyuşturucu ticareti yapanın, fuhuş sektörünü elinde tutanların, bıçak elinde sağda solda nara atanların, tabiri caizse ‘’Tavuğuma kış dedin’’ deyip bıçakla saldırmanın adı kabadayılık olmuş!

Eskiden Çırçır Mahallesi, Yoncalık Kışlası ile Araplar düzüne kadar olan yerde mezarlıklar mevcuttu.80’li yaşına rağmen halen İstanbul’da ikamet eden Zühtü Akbaba 1940’lı yıllarda ki çırçırı anlatırken Araplar düzünde bulunan mezarlığın kaldırılması sırasında elbisesi ile gömülü halen çürümemiş şehitleri gördüğünü o yıllarda yeni iskana açılmış yerlerin olduğunu, şimdiki eğitim fakültesinin olduğu yerlerin kendilerine ait tarla olduğunu, Çırçır mahallesinde çok güzel komşuluk ilişkilerinin yaşandığını, henüz Aliravi İlkokulu yapılmadan Yoncalık İlkokulu olan iki katlı toprak binada eğitim gördüklerini karayolları bölge binası yapılmadan önceki halinin Kars Kapı’dan başlayarak kiremitlik tabyaya kadar topraktan yapılma tabya benzeri savunma hattının olduğunu anlatırdı.

Çocukluk yıllarımızda, sokağa çıkmanın tadı bir başka olurdu, Özgür çocuklardık, şimdiki çocuklar gibi eve tıkanıp internet başında zaman harcamazdık.

Kendimizi sokağa saldık mı dünyalar bizim olurdu. O zamanlar öyle marketler, süpermarketler hipermarketler yoktu. Mahallenin veresiye yazmaktan imtina etmeyen emektar bakkalları vardı. Hele Eğitim Enstitüsünün hemen altında “Kulübe” dediğimiz tüp gazdan tutun da gazete bayiliğine kadar her ihtiyaca cevap veren rahmetli Fuat amcanın büfesi mahallede ki çocukların meskeni olurdu!

Elimize verilen bozuk paralarla koşardık kulübeye doğru, hele birde bozuk para iki buçuk lira oldu mu bastonlu çikolatayı kapardık en alasından… Paylaşmasını bilirdik, arkadaşım elindeki yirmi beş kuruşa aldığı ve ağzına doldurduktan sonra ıslık çalmaya çalıştığı leblebi tozundan alır, bastonlu çikolatadan vermesini bilirdik. Yoksa “Gece nefsim seni boğsun, görürsün!” dedi mi, o gece nefis boğacak diye uyuyamazdık!

Sokak, sokak küçük araba ile gezip dondurma satan sakallı amca’dan dondurma almak için sokağın başında kuyruk oluşturduk. Buzdolabında ilaç kutuları içerisine çubuk takılarak yapılan buzlu şekerleri yedikten sonra şişen boğazımın ağrısını ancak mahallemizin iğnecisi Neci Amca’yı ziyaret etmek iyileştirirdi…

İller bankası karşında Şaban amcanın evlerinin altında ki dondurmacıdan dondurma yemek hemen altında ki fındıkçıdan fındık, leblebi almak için sabahın köründe uyanır dere mahallesinde ve toprak tabyanın hemen karşısında Horoz şekeri imal eden yaşlı ninenin evinden horoz şekeri alır ‘’İftariye horoz şekeri verelim’’ diye bağırarak sokakları bir bir gezer horoz şekerlerini satar kazandığımız paranın bir miktarını bakkallarda harcardık. Bu arada Çamlıca gazozunu da unutmamak gerekir.Veresiye vermekten çekinmeyen kasa üzerinde ki büyük veresiye defterine yazmak şöyle dursun birde küçük bloknot şeklindeki götürdüğümüz deftere kayıt yapan bakkaldan dolma isteyen küçük müşterisine bile tebessümü eksik etmeyen İbrahim Emi’(Kadı emi)yi anmadan geçmek olmazdı elbet…

Bizlerin oyuncakları olmazdı. Taşlarla, toprakla, kemikle oynardık meselâ… “Koza lebbik, hamamcının eşeği, uzuneşek, eşim eşim seni süren kim, itti bitti, papil, aşşık, bilye” vazgeçilmez oyunlarımız olurdu.

Arkadaşlarımızla iddiaya girer bacadan bacaya atlardık.

Bakınız Çırçırda doğup büyümüş milli kayakçımız Fevzi tosun’un kardeşi ülkemizi defalarca uluslar arası yarışmalarda temsil etmiş Murat Tosun, oynadığımız eski çocuk oyunları için şu ifadeleri kullanmaktadır:

“Oynadığımız bu oyunlar benim için meğerse birer antrenmanmış, bu gerçeği memleketime defalarca Türkiye şampiyonluğu getirdiğimde ve ülkemi temsilen 67 kez milli sporcu olup uluslararası yarışmalarına katıldığımda anladım. Sonuç olarak, beni 1974 İsviçre dünya şampiyonasına. 1976 İnsburg Olimpiyatları’na taşıyan çırçır mahallesin de oynadığım çocukluk oyunlarımdır.”

Mahallenin paytoncusundan at arabacısına, davulcusundan zurnacısına kadar hemen hemen çoğu Şenay Kahvehanesi’ni mesken tutardı. Gençler genelde Mehtap Gazinosu’nda otururdu.Daha sonraları iller bankasının karşısında Şaban Amca’nın oğlu Cemil Çelik’in işlettiği Çelik Gazinosu gençlerin buluşma noktası oldu.Kolombo Aydın (Kolo)’nun yeri olarak nam salmıştı..

Araplar düzünde 1970’li yıllarda yapılan Ahmet Hamdi Şam’ın konutları mahallenin müstakil konut yapısını değiştirmiş ve betonarme yüksek konut yapısı ile gecekondu yapılaşmasının bir nebze önüne geçmişti.

Şimdilerde Çırçır Mahallesi artık tarihin seyrinde yer almaya, anılarda kalan bir mahalle olarak fiziki yapısını kaybetmiş modern kentleşme ile yüzleşmeyi beklemektedir…

 

Not: Bu yazı Murat ERTAŞ'ın Palandöken Gazetesi için hazırladığı 'Divit-Kalem' köşesinden alınmıştır.


08.02.2012 20:02:56