Ben sana çok üzüldüm!

 

Sabah çocukluk arkadaşım, kuaförüm, ‘şehrin mıhtarı’ Sadullah’ı (Kellecigil) aradım.

 

İkimiz de ‘Dere’ mahallesinde doğduk, büyüdük.

 

Otçu Memmet’in saman balyaları üzerine çıkar, Haşim eminin bağırmasıyla kaçışırdık.

 

At arabalarının arkasından sarkar, “emi emi arkaya gamçi” diye bağıranlar yüzünden kırbacı yerdik.

 

Kavgalar en çok bilye ve aşşık oynarken çıkardı.

 

‘Dere mehleliyiz’ ya, hemen tikkoz’lanırdık!

 

En çok dayağı da ben ve Sado yerdik. İşin garip tarafı hep aynı kişiden!

 

Kuzu’lardan Emrah hep ikimizi döverdi.

 

Yine bir gün Murat Paşa Cami’nin dibin de aşşık oynuyoruz.

 

Baktım ortalık karışacak, enekemi yerden aldığımı biliyorum. Vaaay eneken aldın he!?

 

Önce sağlam bir tokat, ardından küfrü yedim.

 

“Ben de senin” dediğimi biliyorum ki, arkadan bir hışımla gelen annem, kolumdan tuttuğu gibi beni tırhıç kapılı evimizin avlusuna attı.

 

Ben yaştakilerin ‘Esem’ marka terlikle imtihanı ağır olmuştur.

 

“Ben de senin ne demek, sen nasıl karşılık verirsin” diye diye, Esem logosunu yüzüme yerleştirdi.

 

Çocukluk işte anlamamış, ‘ulan hem dışarıda hem içeride dayak yiyorum bu nasıl iş’ diye için için kendimi yemiştim.

 

Akşam, babam eve geldiğinde annem Z raporunu vermişti bile.

 

Yatmadan bir posta daha dayak yerim diye düşünürken, ‘baba sözler’ döküldü.

 

“Küfre küfürle karşılık verirsen ondan bir farkın olmaz. Sen sus, o cezasını bulur. Şimdi küçüksün biraz daha büyüdüğünde içse de içmese de sarhoş mektubunun okunmayacağını anlayacaksın…”

 

Gerçekten de öyle oldu. Bir gün sonra beni tokatlayıp, küfreden Emrah, alnına yerleşen ‘Esem’ logosu ve babasıyla tırhıçlı kapımızdaydı.

 

Biri babam yaşımda diğeri benden büyük oğlu karşımda ezile büzüle özür diliyorlardı.

 

O hallerini görünce sanki silleyi ben atmış, küfrü ben etmişim gibi bir mahcubiyete kapılmıştım.

 

Sarıldık, öpüştük ve her şey tatlıya bağlandı. Benim için bir hayat dersiydi. O gün olmasa da aradan geçen yıllar içinde o günün önemini daha da iyi anlamıştım.

 

Ben yediğim bir tokattan sonra büyüğün küçükten özür dilemesinin ayıp olmadığını öğrendim.

 

Tabi küçüklüğünde böyle anıları olmayanlar ya da hiç tokat yemeyenler küfrü bir maharet sanabilir.

 

İşte bunlardan biri de Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Saim Özakalın.

 

Kimsenin tasvip edemeyeceği bir üsluba büründü, ağzını bozdu.

 

Dün ‘İstifa erdemdir’ diye yazdım, olanı biteni aktardım.

 

Öyle ki, şehrin ekonomisine yön verenlere takınılan böylesi tutumu yazmamak olmazdı.

 

Yazdım da eleştirdim de!

 

Bilmeyenler olabilir ama buna sapına kadar gazetecilik yapmak denir.

 

Gelmedi işlerine.

 

Saim Özakalın, yazdıklarımdan payına düşeni alabilseydi, gece vakti arayıp hakaretler ettiği Organize Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı Murat Urkuç ve Ticaret Borsası Başkanı Hakan Oral’dan sabahında özür dilerdi.

 

Özür dilemedi.

 

O büyüklüğü gösteremediği gibi bu konuyu yazdım diye olayı bambaşka bir mecraya taşıdı.

 

Hiç alakaları yokken, işin içine ekmek teknemi, patronumu ve ‘özel’imizi karıştırdı, bel altından vurmaya çalıştı.

 

Ağzı bozuk yardakçılarını sahneye sürdü.

 

STK başkanlarından özür dileyeceğine aklınca, ‘algı operasyonu’yla yıpratma derdinde düştü.

 

Olmadı. Yetmedi gücü zaten yetmezdi de!

 

Gördük ki, Saim Özakalın hata üstüne hata yapıyor, ders çıkaramıyor ve o koltuğa yakışmadığını gün gibi ortaya koyuyordu.

 

Ne yalan söyleyeyim son birkaç gündür düştüğü duruma çok üzüldüm.

 

Bakın bundan sonra da olacakları tahmin etmek zor değil.

 

Saim başkan bu zihniyette olduğu sürece yalnız kalmamasına imkân yok.

 

Dolduramadığını düşündüğüm o makamın altında da ezilebilir.

 

İddia ediyorum bundan sonra insanlar ona Allah’ın selamını verirken bile tereddüt edebilir.

 

Anlamlı bakışların odağı olmaması da mümkün değil.

 

Yarın öbür gün küfrettiği isimlerle protokolde, bir açılışta, bir etkinlikte karşılaştığında halının motiflerini saymaz mı?

 

Şehrin ekonomisiyle ilgili bir demeç verdiğinde “yav he he” diye dinlemezler mi?

 

Bakın söylüyorum kamuoyu önünde özür dilemediği sürece Saim Özakalın’ın hayatı hep böyle geçebilir.

 

Merak ettiğim bir şey var ki, o altında ezildiğini düşündüğüm makamında otururken, Meclis üyeleri ne yapacak?

 

Evet, hadi onları da görelim. Yönetim Kurulu Başkanınızın iş dünyasını ne hale getirdiği ortada.

 

Bakalım siz ne yapacaksınız? 

 

Şehrin iki STK’sının başkanına ki, alın başkanlıklarını bir kenara, tanıdığınız, yüz yüze baktığınız arkadaşlarınıza dümdüz gidiliyor. 

 

Susacak mısınız? Eğer susacaksanız, Allah rızası için siz de o koltukları meşgul etmeyin.

 

Gelin şu kardeşinizin sözünü dinleyin, bu işi temizleyin. 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Eski dadas 23 Şubat 2023 12:42

    Kalp temiz olunca dilden temiz sözcükler cikar

  • METİN 23 Şubat 2023 10:50

    Ne güzel demiş Hz Ali; Bir insanı layık olmadığı yere koymak zulümdür. İşte örneği bu adam.

  • Dadaşbey 22 Şubat 2023 23:55

    İstifa etmeli

  • Özür erdemdir hakaret acizlik 22 Şubat 2023 20:24

    Onur bey saim beyin geçmişine inmek lazım geçmişte ticaret yaptığı esnaf kesim ile görüşürseniz bugunki hakaretlerine çok şaşırmazsıniz

  • Özür erdemdir hakaret acizlik 22 Şubat 2023 20:23

    Onur bey saim beyin geçmişine inmek lazım geçmişte ticaret yaptığı esnaf kesim ile görüşürseniz bugunki hakaretlerine çok şaşırmazsıniz

  • Muhammet ŞEKER 22 Şubat 2023 20:12

    Seni tebrik ediyorum kardeşim?İsmin gibi onurlu birisin.

  • Burkay Ekinci 22 Şubat 2023 19:51

    Harika yazı umarım ders çıkarırlar

  • Halis demir 22 Şubat 2023 19:29

    Bir atasözü vardır. Layık olmadan makam sahibi olanlar Astlarını ısırıp Üstlerine kuyruk sallarlar. .. İmam Gazali.

  • Dadaş 22 Şubat 2023 19:21

    ETSO başkan yardımcısı kadir ovat da aynı şekilde terbiyesiz küfürbaz bir insandir