Cemiyetin cinleri!..

İster yaygın basında olsun, isterse yerli yerinde sayan yerel basında!.. Büyüğünde, küçüğünde; eniğinde, cücüğünde her zaman her yerde pis su, pak su demeden her gördüğü göle dalan dallamalar vardır.

Bu dallamalar daldıkları her sudan birşeyler çıkarır ve hiç bir halta yaramayan o çıkıntıyı çil altın sanarak, herkesin de bu sanıya inanmasını isterler.

Yukarıdaki satırlara bir miktar egoizim, bir kaşık da oportünizm katarak ve ağzını sıkıca kapatarak gölge bir yerde mayalanmaya bırakalım; günü geldiğinde açar bakarız!..

Yazımızın konusu geçtiğimiz cumartesi günü gerçekleşen DAGC'de yapılan seçim. Bu DAGC'nin açılımını vermek gerekir; çünkü orada oy kullanan bazı kimseler bunu, Dam Altında Gizlenen Cazgır, olarak düşünebilir! Değil efendim, Doğu Anadolu Gazeteciler Cemiyeti'dir DAGC'nin açılımı.

Yani, cemiyete üye gazetecileri temsil edecek başkan ve listedeki yönetim kadrosu seçildi.
Liste demişken, bunu da sakın ola evden çıkarken eşinizin elinize sıkıştırıdığı alış veriş listesi sanmayın.
İki kilo domates.
Bir kilo patlıcan.
Maydanoz...
Ve bir kilo hıyar.

Gerçi mevzumuzun dışında ama hıyar diyip de geçmeyin.Kabakgillerin sürüngen otsu bitkinin yeşil ürünü olan bu hıyar çok önemlidir; ister tuzlayarak yersiniz, isterseniz salatasını yaparsınız; amma cacıkta daha güzel olur. Zaten o olmadan da cacık olamaz!

Tekrar konumuza dönelim.
Bir seçim yapıldı ve kazanan kazandı, kaybeden de kaybetti.
Herhangi bir yarışta ayıp etmeden kaybetmek, kazanmak kadar önemlidir; önemlidir de, asıl kaybedenler kazandığını sananlardır.
Bu kanıya nereden vardığımı da söyleyeyim. 
Herhangi bir oluşumun çıkacak neticesinden bir çıkarınız yok ise, bir ihtirasınız bulunmuyor ise bu manzaraya daha tarafsız bakarsınız ve gerçeği anında çakarsınız!
Çünkü, bir şey sizi rahatsız eder, bunu hissedersiniz ve bu rahatsızlığın üzerine gidersiniz.
Yanlışı gördüğünüzde, elinizden birşey gelmediği için üzülürsünüz. İşte o zaman düşünürlerin söylediği sözlere sığınırsınız.

Mesela, Diyojen yoklar sizi.
"Bu su kasesi bana fazla," diyerek elindeki çanağı neden kırmıştı ki, diye dağarcığınızı  karıştırırsınız. Birden aklınıza gelir. Bir çeşmeden avuçlarıyla su içen çocuğu gördükten sonra kırmıştır elindeki çanağı.(Yaşamak için bir şeye sıkıca bağlanmanın gereksizliği değil mi!)

Mesela, Ziya Paşa gelir oturur fikrinizin yanına.
"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!" (Açıklamaya gerek mi var!)

Sen nerden bileceksin iyiyi kötüyü, diyenlere de peşin olarak Neyzen'den verelim cevabımızı.
"Ben hiç yumurtlamadım; ama yumurtanın iyi mi bayat mı olduğunu anlarım..."

Evet, uzun bir zaman on iki yıl!
Taze mi, bayat mı siz karar verin!

Elleri cebinde, boynunu omuzlarına gömmüş yaşlı bir adamı ve yüzünde gördüğü hüzünlü tabloyu yazan; ya da alçakça tecavüz edilmiş bir kadının gözlerindeki acı için dertlenen  biri, izin verirseniz kenarında dolaştığı "Cemiyet'in cinleri" için de birkaç söz söylesin!
 Şimdiye kadar sözümüzün yüzümüzü kızartmamasına dikkat ettik!
Haddimizi aştıksa affola!

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.