Gemalmaz Çarşısı’nda dünden bugüne emekli olan veya hayata veda eden esnafın dışında, gözle görülür bir yenilik yok.
Çarşıya sağdan girişte ilk dükkân Zeki Taşdemir’in Seval Kundura isimli kunduracı dükkânıydı.
Uzun yıllar Esmani Usta’nın yanında kalfalık eden Zeki Usta, 1963 yılında çarşıya gelerek kendi işyerini kurmuş, bir ara dükkânı yanan Zeki Usta geçirdiği badirelerden sonra işlerini tekrar yoluna koyarak, emekli olana dek bu dükkânı işletmişti.
Emekli maaşıyla geçinen Zeki Usta’yı, Murat Paşa Camii’nde vakit namazlarında görmek mümkün…
Yeni aldığı dikiş makinesini dükkânına kurarken ne kadar büyük bir sevinç içerisindeydi, Zeki Ağabeyi’nin bu sevincini, daha sonra aldığı telefonu dükkânının köşesine yerleştirirken de görmüştüm.
Geçmiş dönemlerde, evinde veya iş yerinde telefon bulundurmak, ayrıcalıklı bir durumdu.
Telefonda konuşmak için PTT’ye gidip saatlerce sıra bekleyenler için, bu kazanım elbette ki çok önemliydi.
Zeki Ağabeyi gözü gibi makinesine bakar, ara sırada telefonunu göz ucuyla süzer, alın terinin karşılığını görür de gururlanırdı.
Çarşıda küçücük dükkânlarda ekmek parası kazanan epeyce bir esnaf bulunurdu; Berber Hamza ve Celal Korucu kardeşler, Kunduracı Selahattin Tutar (Süslü Hanifi’nin babası),Terzi Necdet (Topal Necdet) ve ortağı İbrahim Usta, Terzi Selahattin, Kunduracı Mehmet Tekmanlı, Gömlekçi Hayati, Kolacı Terzi Temel, Kunduracı Zekâi ve Orhan Hançer, Terzi Atmaca, Kahveci Refik Çizmeli, Camcı Nimet Usta bu çarşının esnaflarıydılar.
Kahveci Refik Çizmeli’nin yeri uzun müddet harabe halinde kaldıktan sonra, Nevzat ve Hanifi Kılıç kardeşler burayı tamir edip, “Dadaş Tandır Fırını” olarak çalıştırmaya başladılar.
Lavaş ekmeği çıkaran kılıç kardeşler, helâlinden ekmek paralarını kazanmaya devam ediyorlar.
Yeşilçam’la bağlantısı olduğu söylenen Alaattin Perveroğlu’da bu çarşıda film satardı, daha sonra bu işi Arap Fahrettin’e bırakmıştı.
Şizofren bir hasta tarafından öldürülen Erzurum’un en eski gazetecilerinden, şeref basın kartı sahibi, Anadolu basın birliği kurucularından, Demokrat Hamle, Hüryol ve Anadolu Gazeteleri’nin sahibi Sait Gemalmaz’ın matbaası da çarşının içerisindeydi.
Sait Amca’nın oğlu Turgut Gemalmaz da yine çarşının içerisinde bir dükkânı büro olarak kullanmakta.
Örücü Zeki Usta (Kırkılıç) sabır ve yetenek isteyen özel bir mesleği icra ederdi, tabir yerindeyse iğne ile kuyu kazardı.
Yaz gelince Zeki Usta kapının önüne sandalyesini koyar, siparişleri kucağına alır, dikkatlice onları örer, helâlinden evinin nafakasını temin ederdi.
Zeki Usta işini yaparken, saatçiler gibi büyüteç (Pertavsız) kullanırdı.
Eskiden alım gücü zayıftı, yeni elbisenin başına bir kaza gelmiş, yırtılmışsa, iş Zeki Usta’nın maharetli parmaklarına düşerdi, Zeki Usta orijinalinden farkı olmayacak şekilde arızayı giderir, işini yapardı.
Bugün rahmetli Zeki Usta’nın oğlu Müfit, aynı işi biraz daha geliştirerek baba mesleğini sürdürmekte…
Çarşıda; kunduracı, berber ve terzilerin yanında, farklı meslek grupları da vardı.
Erzurum Radyosu’nda solo program yapan Cahit Uzun’un “Saz evi” de bunlardan biriydi.
Gözleri görmeyen Cahit Uzun’u, küçük kızları elinden tutup işyerine getirir ve götürürlerdi.
Cahit Uzun’un saz evi yerli sanatçıların değişmez mekânıydı, Cahit Uzun bu saz evinde hem saz satar, hem de saz dersi verirdi.
Cahit Uzun’un ders verdiği öğrencilerden birisi de benim Ağabeyim Dr. Cengiz Güzel’di.
Ağabeyimin ilk öğrendiği parçalar “Penceresi cam cama muallim” ile “Tren gelir hoş gelir” adlı türkülerdi.
Cahit Uzun bugün ilerlemiş yaşına rağmen, Başkent TV’de sabah programları yapmakta.
Gemalmaz Çarşısı’nın bir farklı işyeri ise içkili Cihan Lokantasıydı.
Trabzonlu Kemal ile ortağı Osman’ın işlettiği bu lokanta da belli bir saatten sonra alkolün dozunu artıranların çıkarttığı kavgalar dışarıya taşardı.
Gemalmaz Çarşısı’nın tartışmasız en renkli siması, şüphesiz Kunduracı Molla Emiydi.
Molla Emi aynı zamanda, 1980 öncesinin en namlı sol militanlarından DEV – SOL’un kurucusu Bedri Yağan’ın amcasıydı.
Lüks Kundura ismindeki dükkânında ayakkabı tamiri yapan Molla Emi, kendisine özgü konuşma tarzıyla çok dikkat çekerdi.
Yeğeni Bedri Yağan’dan dolayı ara sıra biraz canı sıkılsa da dünyaya pembe gözlükle bakan bir yapısı vardı.
Demokrat Parti’nin fanatiği olan Molla Emi konuşmalarında bu bağlılığını her an dile getirir, hele Ragıp Gümüşpala ve Adnan Menderes ile olan maceralarından bahsetti mi zaman su gibi akıp geçerdi.
Antika meraklısı olan Molla Emi, gücü yettiğince eski para, tespih, saat vs. toplar, onları da dükkânındaki bir çekmecede muhafaza ederdi.
Molla Emi’ye bu merakın nasıl geçtiğine dair de anlatılan bir hikâye vardır.
İşlerin iyi olduğu dönemlerde Molla, kazandığı paraları dükkânın muhtelif yerlerine saklarmış, bir müddet sonra bu paralar tedavülden kalkınca, elinde eskimiş paralar kalan Molla’da kıyıp onları atamamış, derken bu işin ileride getirisi olduğunu öğrenince de başlamış eski paraları toplamaya.
Molla Emi gençken çok yakışıklı olduğunu, hele askerken genç kızların peşinde koştuğunu anlatırdı ki; Molla’yı dinlerken kendimizi siyah beyaz bir yerli film seyreder gibi olurduk.
Molla Emi’nin çalışma yerinde, plaja girerken görüntülenen bir resmi vardı, ona bakar “Hey gidi günler hey” derdi.
Çarşının en canlı ve muhabbetli dükkânı dün olduğu gibi bugün de Yakutiye Berberi olarak faaliyet gösteren Fikret ve Nevzat kardeşlerin çalıştırdıkları berber dükkânıydı.
Kırk yıldan beri müşterisi olduğum Yakutiye Berberi, belki de Erzurum’un en fazla hatıra taşıyan işyerlerinden biridir.
Fikret Usta’nın oğlu Uğur, babasıyla beraber bu güzel mekânı yaşatmakla meşguller.
Müşterileri arasında eski renkli simalar olmasa bile, yine esprinin ve muhabbetin en koyu olduğu Yakutiye Berberi, Gemalmaz Çarşısı’nın yaşayan en eski işyeri olma unvanıyla müşterilerini ağırlamaktadır.
Müşterileri arasında kimler yoktu ki meşhur kabadayılardan Oflu Osman, Bacak Oktay, Kartol Recai, Suat Işıklı, Sarı Turan, Milli güreşçi Nihat Kabanlı…
Sanatçı Ekrem Çakıllı giyimine çok dikkat eder, o günün şartlarında çokta süslü gezerdi.
Ekrem Çakıllı’nın da tıraş olduğu yer Yakutiye Berberi’ydi, aynanın üzerinde Ekrem Ağabeyi’nin göz damlası bulunurdu, her tıraştan sonra Nevzat Ustalar Ekrem Ağabeyi’nin gözüne damlasını damlatırdılar.
Eczacı olmama rağmen bu göz damlasının sırrını hâlâ çözmüş değilim.
Erzurum’un maskotu Şefika’da buraya tıraşa gelirdi.
Şefika çok kısa boylu, itfaiye elbisesi giyen, iki tarafa örüklü saçları olan sevimli bir ablaydı, kale dibinde kedileriyle beraber yaşardı, bekâr ve kimsesi olmayan Şefika, eceliyle evde ölmüştü, beslediği kedilerin başında beklediği cesedi, öldükten birkaç gün sonra bulunmuştu.
Dünyanın en uzun boylu insanı Mardinli Sultan ile en kısa boylu insanı Çinli He Pingping’in yan yana gelerek verdikleri görüntüler haber kanallarında yer alırken, tahmin ediyorum benim gibi birçok Erzurumlunun aklına Çöpçü Yusuf ile Şefika gelmiştir.
Erzurum’un en uzun boylu adamı olan çöpçü Yusuf ile en kısası olan Şefika’nın yan yana gelip fotoğraf çektirdiklerini, ara sıra şakalaştıklarını, benim gibi çok hemşehrimiz hatırlar diye zannediyorum.
Tıraş sıramızın gelmesini beklerken, Erzurum’un en orijinal kişiliklerin muhabbetlerine kulak misafiri olurduk.
Anlatılanları dinlerken bazen kahkahalara boğulur, bazen de anlatılan güzel anıları hafızaya yerleştirmeye gayret ederdik.
Küçük çocukların boyunu yükseltmek için koltuk üzerine konulan elli yıllık tahta, yüz yıkanan bir tarafı boyuna geçen leğen, tavandan asılan ve saç yıkamak için kullanılan “Stil” ile sobanın üzerindeki kazan, dükkânın orijinalliğini anlatmaya yeter sanırım.
Dükkânın bir köşesinde bulunan tahtada, geçmiş zamanda tıraş olanların torunlarının tıraş olmaları, Yakutiye Berberi’nin yarım asırlık mazisini anlatmaya yeter sanırım. (Devam edecek...)