Hindistan izlenimleri-4

Jaipur pembe taşlardan yapıldığı için buraya 'Pembe Şehir'de deniliyor.

Şehrin etrafı surlarla çevrili olup, şehrin yedi kapısının olduğunu öğreniyoruz, bu bilgi bize şehrimiz Erzurum'un kapılarını hatırlatıyor.

Jaipur'un pembe kapısından geçip şehrin en güzel mimari örneklerinden biri olan 953 pencereli, pembe kum taşından yapılmış, beş katlı Hava Mahal'e geliyoruz.

Bayanların faaliyetleri izlemesi için yapılan bu eserin gerçekten harika bir görünümü var, etraf turistler ve seyyar satıcılarla dolu.

Hava Mahal?in sol tarafında zurnaya benzer bir çalgı ile kobra yılanıyla gösteri yapan bir Hintliyi seyrediyoruz, yılanla yapılan bu gösterilere gezimiz boyunca sıkça rastlıyoruz.

Her ne kadar çalgıyla yılanın hareketlendiği izlenimi veriliyor olsa da kobraların sağır olduğunu bilmemize rağmen, bu gösteri yine de hepimize büyüleyici geliyor.

Hava Mahal?den ayrıldıktan sonra Amber Kalesi'ne doğru yol alıyoruz, görüntülere artık ünsiyet sağladığımızı, yani ilk gün yaşadığımız şoku üzerimizden yavaş yavaş attığımızı söyleyebilirim.

Amber Kalesi çok geniş bir alana yayılmış, etrafı çok uzun surlarla çevrili, ilk bakıldığında Çin Seddi'ni hatırlatıyor.

Aracımızı park alanında bırakıp, bizi kaleye götürecek filler için sıraya giriyoruz.

Turistlerden oluşan çok uzun bir kuyruk var, yıllar öncesindeki sana yağı veya sigara kuyruğuna girmiş gibi kendimizi hissediyoruz.

Sıramız gelene kadar yanımıza yaklaşan seyyar satıcıların ısrarlarıyla mücadele ediyoruz, haliyle seyyarlardan biraz alış veriş yapıyoruz.

Dişi fillerle kaleye çıkılıyor, her file iki kişi bindiriyorlar.

Onlarca filin inip çıktığı bu yol fazla bir mesafe değil, filden inip kaleden aşağıdaki doyumsuz manzarayı seyrettikten sonra, yine yılan oynatıcıların ve seyyar satıcıların arasından geçip, tekrar aracımıza binip yola koyuluyoruz.

Güzergâhımız üzerinde yeşil örtü serili birkaç sandukanın bulunduğu, üstü açık Müslüman türbesine rastlıyoruz.

Bir müddet yol aldıktan sonra, göl üzerinde kurulu Mahraca?nın yazlık sarayını görüntülemek için iniyoruz.

Saray uzaktan görkemli görünüyor, yine etrafımız seyyarlarla dolu, Hindistan cevizi satan bir satıcıdan aldığımız Hindistan cevizinin suyunu içip lezzetini anlamaya çalışıyoruz.

İp cambazı küçük bir kızın ip üzerinde yaptığı akrobasileri hayranlıkla seyrederken yüreğimiz ağzımıza geliyor.

Kızın bir bisiklet jantı ile ip üzerinde yol almasını, ayrıca dizlerini bir tencerenin içerisine koyup bu vaziyette ip üstünde gitmesini hayranlıkla izledikten sonra aracımıza dönüyoruz.

Hintli kadınların yöresel kıyafetlerinde baş nispeten kapalı olsa da göbeklerin açık tutulması adettenmiş, hatta burada göbekli kadın muteber olduğundan, elbisenin göbek kısmı açık bırakılıyormuş.

Kadınlar genelde turuncu veya sarı renkli elbiseler giyiniyorlar.

Erkeklerin saçları hep yağlı ve taralı, badem yağı kullanıyorlarmış, bundan dolayı saçı dökülmüş; yani kel bir Hintliye rastlamadık.

Hindistan'ı gezmek için en ideal mevsimin içinde bulunduğumuz Ekim ve Kasım ayları olduğundan, ne bir yağmura nede fazla bir sıcağa muhatap oluyoruz.

Kullandıkları keyif vericiden mi bilmiyorum, genelde insanlar buldukları her yerde uyuyorlar.

Bilişim teknolojilerinin en iyi kullanıldığı Hindistan'da 35 milyon civarında bilgisayar mühendisinin bulunması bir hayli ilginç.

Jaipur'da uğradığımız antika ve kumaş satan işletmenin girişinde kumaş dokuyan Hintli bayanların tezgâhlarını gördükten sonra, içeride kumaşların satıldığı yeri geziyoruz, müessese çalışanları bir hayli ilgililer, öyle ki kumaş üzerine kalıpla motiflerin nasıl yapıldığını bize gösteriyorlar, kullandıkları doğal boyaların özellikleri hakkında kısa bir tanıtım yapıyorlar.

İşletmenin başka bir bölümünde mermerden ve ahşaptan yapılmış, küçükten büyüğe onlarca heykel çok güzel bir şekilde teşhir edilmiş.

Oldukça zengin bir müessese olduğu anlaşılan bu yerin hemen önünde Hindistan'ın çöpler içerisindeki görünümü ve başıboş gezen inek ve domuzların görüntüleri yer alıyor.

Bahçe duvarları üzerinde ailece gezen maymunların sevimli hareketlerini izledikten sonra buradan ayrılıyoruz.

Rehberimiz Müge Hanım İstanbul Üniversitesi Urdu dilleri mezunu olup, Hindistan?a yüksek lisans için gelmiş, bu yüzden Hindistan ile ilgili çoğu şeye vakıf, oldukça yetenekli ve sempatik bir kızımız.

Aynı fotoğraf karelerinin içerisinde ilerleyerek Jantar Mantar denilen ve 1727 yılında yapılan gözlem evine geliyoruz.

Astroloji Hintlilerin dünyasında özel bir yere sahip, öyle ki doğan çocuk hemen bir astrologa götürülüp onun hayat kitabı okunmaya çalışılıyormuş, ayrıca evlenecek kız ve erkeklerde kuracakları yuvanın geleceği için astrologlara başvuruyorlarmış.

Bu yoğun inançtan olsa gerek, buraya o günün şartlarına göre oldukça gösterişli bir gözlem evi yapılmış, burada yıldızların gözetlenmesinden tutun da güneş saatine ve burçlara kadar oldukça ilginç eserler bulunuyor.

Jantar Mantar'da kendi burçlarımızın bulunduğu yerlerde ve diğer kısımlarda fotoğraf çektikten sonra Mahraca'nın oturduğu Şehir Sarayı'na yöneliyoruz.

Genel ve özel görüşmelerin yapıldığı bu saray, tek kelime ile muazzam bir mimari eser.

Mahraca eğer evde ise iki bayrak, yoksa tek bayrak dalgalanıyormuş.

Sarayı hayranlıkla gezerken, kocaman su tanklarının olduğu bölüme geliyoruz.

Anlatılanlara göre Mahraca: ''Bu İngilizlerin suları bile içilmez'' diye, İngiltere'ye giderken bu tanklara Ganj'ın sularından doldurup yanında götürmüş.

Mahraca İngilizlerin suyunu içmemiş olsa dahi, bu topraklarda İngilizlerin, Hintlilerin her şeylerini içtikleri ve sömürdükleri rahatlıkla anlaşılmaktadır.

Bu büyük küplerin yanında gezinirken, içeride bir hareketlilik göze çarpıyor, hummalı bir çalışma ve koşuşturmayı anlamaya çalışırken, Mahraca'nın katılacağı bir törenin yapılacağını öğreniyoruz.

Bu bizim için büyük bir tesadüf oldu, etrafta bizim haricimizdeki diğer turist kafileleri de töreni öğrenmişler, dolayısıyla bu mekân bir anda kalabalıklaşmaya başladı.

Önceden bir hazırlığın olmadığı anlaşılıyor, görevlilerden bir kısmı kırmızı halıyı anımsatacak uzun bir kırmızı bezi geliş istikametine sarıyor, kimisi Mahraca'nın oturacağı yere minderler taşıyor, süslenmiş bir çift inek, bir fil, yarış atları, fayton hemen yerlerini alıyorlar.

Yöresel kıyafetli üst düzey insanlar yan yana diziliyorlar, sarayın kapısından Mahraca'nın gelişini hep birlikte beklemeye başlıyoruz.

Bir müddet sonra yöresel kıyafetli bir gurubun arasında küçük yaştaki Mahraca'yı görüyoruz.

Bu tarihi anı bizim gibi yüzlerce insan görüntülemeye çalışıyor, Mahraca yerine oturduktan sonra başında bir Hintli elindeki yelpazeyi usulen sallıyor.

Ortada halktan kimse yok, belli ki bu devam etmesi istenilen bir gelenek, fazlaca bir ilginin olmaması, bu işin sembolik bir düzeyde olduğunu rahatlıkla ifade ediyor.

Tören esnasında onlarca maymunun sarayın üzerinde dolaşmaları da törene başka bir renk katıyor.

Bu güzel rastlantıdan sonra Jaipur? da hediyelik eşyaların satıldığı bir halk pazarına gidiyoruz.

Çarşıda şeker kamışından su çıkaran bir seyyar satıcı çok ilgimizi çekiyor.

Kolla çevrilen çarklı bir mekanizmanın arasına yerleştirilen kamışların suyu hemen müşteri buluyor.

Ortamda temizlikten eser olmaması, böyle bir lezzeti tatmamıza müsaade etmiyor.

Yine yollarda çağ ötesi görüntüler, içleri tıklım tıklım dolmuş minibüsler, çöp dağları, yerde yatan dilenen insanlar, başıboş gezen kutsal inekler, seyyar berberlerde tıraş olanlar, acayip renkteki yağ içerisinde kızartılan unlu mamullerin kokusu...

Çarşı çok hareketli ve kalabalık, yarım saatlik bir dolaşmadan sonra alacak fazla bir şey olmadığından aracımıza binip otelimize dönüyoruz.

Sabah ünlü Taç Mahal'in bulunduğu Agra'ya gitmek için Pembe Şehir Jaipur'dan alıştığımız görüntüler arasında yola çıkıyoruz.

DEVAM EDECEK? 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.