Sadi ve Sırrı kardeşler...

Yıl 1944...

O yıl; Halkevinin Tiyatro konusunda zirve yaptığı yıldır. O tarihlerde Halkevi Tiyatrosu; 'O kadın, Hisse-i Şayia, Pazartesi, Perşembe ve Bir Kavuk Devrildi' oyunlarını muhteşem dekorlar, kostümler ve müziklerle sahneye koymaktadır.

Yine bu oyunlardan biri de Shakespeare 'in meşhur 'Otello' oyunudur. Oyun her hafta sonu, kapalı gişe oynamaktadır.

Oyunun bir sahnesi şöyledir: Adam karısının kendisini aldattığını öğrenince, karısını boğarak öldürmektedir. Bu sahne o gün, o kadar gerçekçi oynanmaktadır ki, salon ıslıktan, alkıştan yıkılmaktadır. Fakat kulisteki diğer oyuncular, 'Bu işte bir anormallik var' diyerek, can havliyle çırpınan kadını, erkeğin elinden almak için sahneye girerler. Güç - bela da olsa, kadını erkeğin elinden kurtarırlar. Salon hala alkış ve ıslıkla inlemektedir. Nihayet perde iner, ama alkışlar devam etmektedir.

İşin aslı sonra anlaşılır. Adam sinir krizleri geçirmektedir.  O ruh haliyle kadının boğazına sarılmıştır. Adam derhal Şerif Efendi Polikliniği'ne götürülür. Bu hastahane de ilk müdahale yapılır ve hasta Ankara Numune Hastanesi'ne sevk edilir. Burada derhal müdahale edilir ama hasta kurtarılamaz ve vefat eder.

O günün şartlarında (26 Nisan1944) cenazeyi Erzuruma getiremezler ve Ankara Cebeci Mezarlığı'na defnederler. (Her iki hastahane hastaya yanlış iğne yapıldı diye birbirini suçlar...)

İşte bu tiyatrocu Dadaş,  'Bar Şiiri'nin yazarı Aşkaleli öğretmen Sadettin Akaytay' dır. 

Hani demişti ya;

Bar, yüzyılların ardından kopup gelen bir vakar
Kahramanlık, yiğitlik, erlik destanıdır Bar.'  

Hani demişti ya;          

'Doğunun sınır taşı, Erzurum'un dadaşı 
Efesi var İzimir'in eğilmez Türk'ün başı' 

Sadettin Akatay'ın yine öğretmen olan 'Sırrı' isminde bir de kardeşi vardır. Bu olaydan mıdır, başka bir nedenle midir, bilinmez!..  Sırrı Akatay, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nde yüksek tahsil yapmak üzere tayinini Ankara'ya yaptırır. Van, Elazığ, İstanbul ve Niğde gibi illerde Türkçe öğretmenliği ve okul müdürlüğü yapar. Bir daha Erzurum'a dönmeyi düşünmez ve Niğde'ye yerleşir. Burada 1982 yılında vefat eder ve Bor ilçesinde defnedilir.

Bu kadar yer dolaşır ama Erzurum hasreti, öğretmen Sırrı'yı yakar, yakar, yakar... Çocukluğunun geçtiği yerleri, Davul - Zurnayı, Barı, cirit meydanlarını, anasının ayran aşını, Yazıcı Çeşmesi'nin suyunu, Yakutiye'yi, Palandöken'i ve Aziziye'yi düşünür, düşünür de bir türkü tutturur uzaktan... Bu da yetmez uzaklardan Erzurum'u hayal ederek 'Destanıdır Bir Şehrin' der, duygularını şiire döker:

Destanıdır Bir Şehrin

Sırrı AKATAY

Bir şehir var yaylada, teeey yücelerde!...
Karlı dağlara sırtını,
Gönlünü bir garip sevdaya vermiş.
Esen rüzgârları hudutsuz,
Uçan kuşları hürriyet dermiş.

Süt mevsimi gecelerde
Bembeyaz sabrını bürünüp ovaların
Dağlarınca heybetli, yıldızlarınca umutlu
Bir eli tüfeğinde, bir eli kaşında
Hudutlar beklemiş tabya başında.

Kapılardan kervanlar akmış oluk oluk
İpek yüklü, bahar yüklü
Hint'in, Yemen'in kervanları
Erzurum-Van... Erzurum-Van...
Diyerek ötermiş çanları.

Maniler yakılmış: Erzurum ekin ekin
Türküler koşulmuş: Erzurum çarşı Pazar
Sen ağlama demiş canikom
"Kirpiklerin ıslanır
Ben ağlim ki, deli gönül uslanır."

Bile yazılmış kaderi yiğidiyle toprağının
Bir soluk dinlenmeden didinmiş durmuşlar
Feleği hicveylemiş Nef'î, kayalar misali
Sularınca ah çekip yollara düşmüş Emrah
Yıldızlarca dertli Kerem, Aslı'nın peşinde.

Dağ değil Palandöken, gözdağıdır.
Yücesine kurulmuş camileri seslenir.
Duasında müm'indir Çifte Minareler
Üç Kümbetler, masalda Selçuk'un üç dilberi
Şahlanan bir gururdur beri yanda Aziziye,
Sanatın çiçek açan bahçesi Yakutiye.

Hele dadaş adan gurban
Alçaktan bir türkü aldır,
Hasret yüklü sesinle.
Yaz gelende çıkarlar mı yayla başına,
Semaverler tütende çermik yolunda,
"Al yeşil giyinip allanır" mı tazeler,
Kaytan bıyıklı dadaşlar, kol kola mı gezerler?

Davul-zurna küte küt nabzımda vurur bazı,
At oynatmak diler gönül, bir cirit meydanında.
Düşlerimde her gece su içerim Yazıcı'dan,
Burnumun ucunda tüter, burcu burcu ayranaşı,
Anam, bacım Nene hatun,
Ben Erzurum dadaşı...

Bir şehir var yaylada,
Bulutlara değer başı,
Gönlümde sevdanın dumanı tüter;
Rüzgârı hudutsuz,
Uçan kuşları,
Hürriyet hürriyet diye öter.

İşte bu iki kardeşin tıpkı Emrah, tıpkı Reyhani gibi mezarları Erzurum'dan çok çok uzaklarda.

Şiirlerini her gün zevkle okuduğumuz, okurken gururlandığımız bu iki kardeşi gündeme taşımak istedim.

Yazıma Reyhani ustanın bir sözüyle son veriyorum: 

'Mezarım gurbette kalır 
Soran olmaz Erzurumda.'
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.