Şeb-i Yeldâ geleneği

 

Bugün Erzurum İbrahim Erkal Sanaat ve kültür Merkezi'nin önünden geçerken Azerbaycan Başkonsolusluğun'ca kutlanacak "Şeb-i Yeldâ" (Yılın en uzun gecesi) töreni afişini görünce dağarcığımdan bir şeyler karalayım dedim. Azerbaycan müziğinin de icra edileceği programı vaktim olursa izlemeye gideceğim.  

 

Kış mevsiminin başlangıcı olarak da kabul edilen Farsça terkiple Şeb-i Yeldâ, Azerbaycan Türkçesi'nde "Çile Gecesi" denilen 21 Aralık yılın en uzun gecesinin adıdır. Farsça bir tamlama olan Şeb-i Yelda, daha çok İran ve Azerbaycan coğrafyasında mutluluk ve bereket getirdiğine inanılan ve insanların karanlıktan kurtuluşuna sevinilen Şeb-i Yeldâ veya " Çile Gecesi" olarak adlandırılan yılın bu en uzun gecesinde evlerde toplanılır, küçüklere hediyeler verilir ve çeşitli kültürel ritüellerle kutlanır bu kadim gelenek.

 

Şeb-i Yeldâ denilince Bosnalı Divan şairi Sabit'e ait anlâm derinlikli şairane beyitini hatırladım.

 

Müneccımle muvakkit ne bilir şeb-i yeldâyı
Müptelâ-yı gama sor kim giceler kaç saat

 

(En uzun gecenin hangisi olduğunu zamanı ölçenler ve yıldızlarla uğraşan müneccimler ne bilir. Gam ehline, dert ehline  sor ki uzun geceler kaç saat?) diyor şair Sabit...

 

Hakikaten hasta olanlar için dertli ve gamlı olanlar için geceler çok uzar ve bir türlü bitmez geceler, bir türlü gelmez sabahlar. "Şu uzun gecenin gecesi olsam/ Sılada bir evin bacası olsam/ Dediler ki nazlı yarin pek hasta/ Başında okuyan Hocası olsam" gibi hüzün ve dert yüklü, gam ve keder yüklü uzun gecelerde inleyerek sabahı bekleyen hastaların çekilmez geceleriniı seslendiren bir de içli lirik halk türkülerimiz var.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Ejder 25 Aralık 2024 09:26

    Kışın Sessiz Tebessümü Ekim ayı geldiğinde, günlerin kısalığı kendini hissettirmeye başlardı. Güneş, gökyüzünde sanki aceleci bir misafir gibi dolaşır, sabah ışıkları henüz camların buz tutmuş köşelerine ulaşmadan vedaya hazırlanırdı. Erzurum?un kışları, zorlu olduğu kadar büyüleyiciydi. Şark odalarının sedirlerine oturup dışarıdaki karın yağışını izlemek, her bir tanenin kendine has dansına hayran kalmak, insanın ruhunda derin bir huzur uyandırırdı. Bu zamanlar, nafile ibadetlerin ve maneviyatın derinleştiği dönemlerdi. Pazartesi ve Perşembe oruçları, sabrın ve iradenin adeta birer testiydi. Kısa günlerde oruç tutmak kolay gibi görünse de, açlığın getirdiği huzur ve dinginlik, insanı bambaşka bir boyuta taşırdı. İftara doğru, evdeki sessizlik bir sabır melodisi gibi yankılanırdı. Mutfaklarda sıcak çorba kokusu ile dualar karışır, içten bir minnet hissiyle sofraya oturulurdu. Gece vakti, şehrin sokakları karın örtüsüyle sessizliğe bürünürdü. Bu sessizlikte,dostlarla birlikte şark odasının köşesine çekilip Kur?an?dan bir sayfa okumak ya da tarih kokulu bir kitabın sayfalarını çevirmek, adeta bir zaman yolculuğuna çıkmaktı. Kitapların her biri, insana kendi hikayesini anlatır, her sayfa ruhun bir başka köşesini aydınlatırdı. Her kış, Erzurum?da 1001 hatim geleneğinin de zamanıydı.Her camiden, her evden yükselen Kur?an sesleri, soğuğun ve karanlığın içinden sıyrılıp gökyüzüne yükselir, tüm şehri manevi bir hüzme ile sarardı. İnsanlar, bu kadim geleneğin bir parçası olmanın gururunu taşır, kelime kelime dökülen dualar kar taneleriyle birleşir gibi hissederdi. Teheccüd vakti geldiğinde, uykunun rehavetini bir kenara bırakıp abdest almak için soğuk suyla yüzleşmek, ruhu arındıran bir başlangıçtı. Gece karanlığında kılınan namaz, sessizliğin en güzel yoldaşıydı. Ardından vitir namazıyla bir vedalaşma yapılır, yeni bir güne dair ümitler dua ile filizlenirdi. Kış geceleri uzundu ama insanın ruhu, bu uzun gecelerde hiç olmadığı kadar zengindi. Şark odasında küçük bir sobanın etrafında oturup bir bardak sıcak çay eşliğinde kitap okumak ya da düşüncelere dalmak, zamanı unutmak gibiydi. Dışarıda kar lapa lapa yağarken içerideki huzur, insanı adeta sarıp sarmalardı. Her kar tanesi bir dua gibi düşerken yeryüzüne, her okunan kitap ve her tutulan oruç, insanı bambaşka bir hikayeye sürüklüyordu. Kış, sadece soğuğun değil, maneviyatın ve tasvirlerin de en güçlü zamanıydı. ?Kış müminin baharıdır.? Peygamberimizin hadisi bu veciz sözü, kış mevsiminin insana sunduğu manevi fırsatları hatırlatır.Kış, yalnızca bir mevsim değil; ruhun kendini bulduğu, serin ganimetlerle zenginleştiği, ibadetle bezendiği bir yolculuktu. Kısa günlerin oruçları, uzun gecelerin dualarıyla birleştiğinde, insan, kendi içindeki baharı keşfederdi. Ve her kar tanesi, bu baharın beyaz bir çiçeği gibi yeryüzüne düşerdi.