Yavuz Selim İlköğretmen Okulu (Pulur Köy Enstitisü) adına tahsisli arazinin bir cemaat vakıfına devredilmesi hikâyesi

Yazı başlığında yer alan konuyu, günümüzde malum cemaate yönelik yapılan yoğun tartışma ve suçlamaların ışığında ve yine; vakt-i zamanında, cemaatle bir ve beraber olmakta hiç bir beis görmemiş, hem-hal olmuş, sözüm ona bazı kimselerin, bir güç odağı karşısındaki zaman ve zemine göre değişen kıvrak tavırlarını, somut bir olay üzerinden irdelemek ve değerlendirmek istedim. Ve yine, söz konusu edilen olayın gerçekleştirildiği Yavuz Selim İlköğretmen Okulu'na ilişkin de, özet bir değerlendirilmenin yapılmasının faydalı olacağını düşündüm.


Şöyle ki, 1940'lı yıllara gelindiğinde 6 yaşın üstündeki nüfusun %78'i okur-yazar değildi. Köylerde ise, bu oran %90 idi. Böylesi bir zaruretten doğan ve Anadolu köylüsünün eğitim-öğretim ihtiyacının giderilmesine yönelik, 1940'lı yıllarda, şehirlerden çok uzak olmayan, tren istasyonlarına yakın ve tarıma elverişli, geniş araziler üzerinde, 21 ayrı il ve bölgede köy enstitüleri açılmaya başlanılmıştır. Sadece, köy çocuklarının sınavla alındığı bu okullarda, genel kültür ve meslekî derslerinin yanında, geniştarım araziler üzerinde, tarımsal üretime ve hayvancılığa yönelik, köy şartlarına uygun ve uygulamalı örnek pratik eğitim birlikte sürdürülmüştür.


Bünyesinde köy öğretmeni ve sağlık memuru yetiştirilmek üzere; 1942 yılında, 1800 dönümlük verimli ve ekilebilir tarım arazi üzerinde kurulan okullardan birisi de, Erzurum Pulur Köy Enstitüsü'dür, Köy Enstitülerinin kapatılmalarının ardından, 1954 yılında Pulur İlköğretmen Okulu, 1958 yılında ise, Yavuz Selim İlköğretmen Okulu adını alarak eğitime devam etmiştir. Benim de, 6 yıl süreyle okuduğum, meslekî formatımın, hayata, dünyaya bakış ve anlayışımın şekillendiğı, Erzurum'un bu güzide okulu ile birlikte, ülkemizdeki diğer tüm öğretmen okulları, anlaşılamayan siyasî ve ideolojik nedenlerle ne yazık ki, 1978 yılında kapatılmışve böylece öğretmenlik mesleğinde ve öğretmen yetiştirme politikalarında oluşan boşluk ve nitelik, okulların kapatıldıkları tarihten günümüze kadar, bir türlü doldurulamamış ve arzu edilen vasıflı öğretmen ihtiyacı ise, giderilememiştir.


Yazımızın girişinde ifade edildiğı gibi, maksat, aslında Yavuz Selim İlk Öğretmen Okulu'nun tarihçesini anlatmak değildir. Okulun mazisine ait öz bir girişin ardından, söz konusu eğitim kurumuna, uygulamalı ve pratik eğitim amaçlı olarak tahsis edilen, yüzlerce dönümlük verimli ve ekilebilir tarım arazisinin, Milli Eğitim Müdürü olarak, rızamın hilâfına, dönemin bazı yetkilileri ve siyasilerince, günümüzde çokça tartışılan malum cemaata yakınlığıyla bilinen bir özel vakfa tahsis edilmesi hikâyesini anlatmaktır. Gerek o günlerde ve gerekse günümüzde yaşanılan samimiyetsiz ve riyakâr tavırların ortaya konulmasını sergilemektir.


Cemaata yakınlığıyla bilinen özel vakıfa, bir bölümü tahsis edilen bu arazi, aslında, okulun kuruluşundan itibaren, köylüye modern tarımı öğretmek ve köylüye önderlik etmek maksadıyla kullanılan ve okulun kapatılması tarihine kadar da, öğretmen adaylarının pratik eğitimlerinin yapıldığı ve bu amaçla tahsis edilen genişçe bir arazidir. Söz konusu arazi, eski ismiyle Pulur köyü istikâmetinde yer alan ve Pulur Çay'ının her iki yakasında Ilıca ve Erzurum asfaltı boyunca uzanan, yüzlerce dönümlük sulanabilir ve tarıma elverişli son derece verimli bir tarım alandır.


Okulun, köy enstitüsü olarak hizmet ve verdiği dönemlerde ve gerekse öğretmen okulu olarak eğitim-öğretim sürdürdüğü tarihlerde, arazi üzerinde tarım ve üretimle birlikte hayvancılık da yapılmıştır. Öğrenciler tarafından işlenen ve bil-fiil bedenen çalışılan tarlalarda, okulun başta patates, lahana, havuç, salatalık olmak üzere, çeşitli sebze, süt, yoğurt, yumurta ve yağ gibi, gıda ihtiyaçlarının temin edilmesi sağlanmıştır. Arazinin mevcut alanı, günümüzde Çat Barajı'nin sulama kanallarının devreye girmesi ve Haydari Boğazı'na kadar uzanan Palandöken eteklerinde yer alan ovanın sulanabilir hale gelmesiyle, şehrin günlük sebze ihtiyaçlarının karşılanabileceği oldukça münbit arazidir.


Hatırladığım kadarıyla ve yanımıyorsam, Erzurum'da faaliyet gösteren Danişment Kültür ve Eğitim Vakfı adına bir kişi tarafından valiliğe verilen bir kaç cümlelik basit bir dilekçe ve yine, sanırım görüşmemizde şifaen, Aziziye adıyla bir vakıf üniversitesinin kurulması düşünülmekte denilmekle, (O tarihlerde veya hemen sonrasında, Ilıca İlçesinin adının da Aziziye olarak değiştirilmesi dikkat çekicidir.) Yavuz Selim İlköğretmen Okulu ait ve Milli Eğitim Bakanlığı adına tahsisli bulunan arazinin, vakıflarına tahsis edilmesi talep edilmişti. Talebin, Milli Emlâk Genel Müdürlüğünce, Milli Eğitim Bakanlığı'na iletilmesi neticesinde, Bakanlıkça da ilgili kuruma, tahsisin kaldırılmasına yönelik, verilecek cevaba esas teşkil edecek, valilik görüşünün verilmesi istenilmişti.


Dönemin Valisi ve Milli Eğitimden sorumlu vali yardımcısı, tahsisin kaldırılmasından ve olumlu görüş bildirilmesinden yana israrla tavır aldılar. (Her halde bugün de cemaata karşı tavır almışlardır.) Milli Eğitim Müdürü ve bir eğitimci ve aynı zamanda bir Erzurumlu olarak şehrimizde kurulacak bir vakıf üniversitesine tavırlı olmam zaten düşünülemezdi ve böyle bir düşünce doğru da değildi.Ancak, talebe ilişkin bir takım haklı sayılacak yerinde endişe ve çekingelerim vardı. Kurulması var sayılan üniversiteye ilişkin, tahsis öncesinde, yapılması gerekli hiç bir yasal çalışmanın yapılmamış olması, şehrin meslekî ve sivil kitle örgütlerinden hiç birinin bilgilendirilmemiş olması, kurulucak üniversitenin mahiyetine yer verilmemesi, vakıf mütevelli heyetince alınmış bir kararın bulunmaması ve başvuru dilekçesindeki ciddiyetsizlik, dilekçeyi veren şahsın adı geçen vakfi temsil edip etmediği ve vakıf adına yetkili olup olmadığı gibi bilinmeyenler, bende tabiatiyla bir tereddüt uyandırmıştı. Üstelik öğrenciliğimde bağında, bahçesinde çalıştığım ve hatıralarımın bulunduğu yer, verimli bir tarım arazisiydi ve gönlüm buna hiç de razı değildi.


Kaldı ki, gerek devlet ve gerekse özel vakıflarca kurulacak ikinci bir üniversitenin, şehrin doğu tarafına kurulmasının daha doğru olacağına ait kanaat ve inancını hep taşıdım ve düşüncemi, vali ve ilgili şahsa da ilettim. Nitekim, bu yöndeki düşüncemi, sade bir vatandaşve eğitimci olarak bir çok Erzurumlu gibi, Erzurum Teknik Üniversitesi'nin yer seçilmesi aşamasında da dillendirdim. Fakat üzülerek ifade edeyim ki, adamlar bildiklerini okudular ve sanki Erzurumlular'a inat, şehrin göbeğindeki tarım arazisine, ikinci üniversiteyi kondurdular ve adetâ zafer(!) kazandılar.


Neyse sâdede dönelim. Müfettişlere yaptırılan inceleme neticesinde tanzim edilen raporda, yasal gerekçeleriyle birlikte, Yavuz Selim İlköğretmen Okuluna tahsisli arazinin bir bölümündeki tahsisinin kaldırılarak, 600 dönümlük kısmının talepte bulunan özel vakfa verilmesinin mümkün olamayacağına yer verilmiş, dönemin valisinin isteğinin aksine, parafımı taşıyan ve vali yardımcısının zoraki imzasıyla MEB'na intikal ettirilmişti. Siyasilerin takibine rağmen, düzenlenen rapor doğrultusunda, Milli Emlâk Genel Müdürlüğü'nce, tahsisin kaldırılması uygun görülmeyerek vaz geçilmiş, tahsis talebinde bulunan özel vakfa olumsuz cevap verilmiştir. Verimli ve yüzlerce dönümlük tarım arazisinin kurtarılmış olmasının rahatlığını yaşarken, meğer yanılmışız.


Milli Eğitim Müdürlüğünce tanzim edilen olumsuz rapor sonucu, Milli Emlâk Genel Müdürlüğü'nce, tahsisin kaldırılmaması yönündeki işlem karara bağlanmış iken, bazi kimselerin devreye girmesiyle, talep, Milli Eğitim Bakanlığı'nca yeniden işleme alınarak, ikinci kez valilikten görüş istenilmiştir. Bu arada Bakanlık yetkililerince açılan telefonlarla da tahsisin kaldırılması için mutlaka olumlu görüş verilmesi telkin edilmiştir. Ancak, Müdürlük olarak daha önce tanzim ettirilen müfettiş raporunun aksine, yeniden olumlu görüş bildirmemiz zaten mümkün değildi.


Fakat o tarihlerde hatırlamayamadığım bir toplantı vesilesiyle bir kaç günlüğüne Ankara'ya çağrıldım. Dönemin valisi ayrılmamı fırsat bilerek ve dönüşüme kadar sonlandırılmak üzere, görevlendirdıği iki ilköğretim müfettişi vasıtasıyla, İlıca Kaymakamlığı'ndan, Mal Müdürlüğü'nden ve Belediye Başkanlığı'ndan günü birlik alınan görüşler ve hemen tanzim ettirilen rapor ve olumlu görüşle, (Her halde bu yetkililerin de, bugün için cemaat karşıtı olacaklarını sanıyorum.) 600 dönümlük arazinin tahsisinin kaldırılmasında sakınca bulunmadığı hususundaki valilik görüşü, Milli Eğitim Müdürü vekilinin parafı, yine vali yardımcısını imzasıyla Bakanlığa alelacele intikali sağlanmıştır.


Valiliğin tahsisin kaldırılmasında sakınca bulunmadığına ilişkin görüşü neticesinde, arazi Milli Emlâk Genel Müdürlüğü'nce, Danişment Kültür ve Eğitim Vakfı'na tahsis edilmiştir. Ancak, süreli olarak tahsis edilen arazi üzerinde, hayali vakıf üniversitesi bir türlü kurulmamış ve nihayet başlangıçtaki endişe ve düşüncemizi teyid edici mahiyette, kurulması düşünülen üniversite, yıllar itibariyle hayalden öteye geçmemiştir. Neticede, taahüt edilen üniversitenin kurulmamış olması sonucu, Milli Emlâk Genel Müdürlüğü'nce Danişment Vakfı'na yapılan tahsis iptal edilmiş, fakat arazinin Milli Eğitim Bakanlığı'na yeniden tahsisi yapılmamıştır. Bakalım ve görelim bu güzel arazi ileride kimlere kısmet olacak!


Sonuç olarak, anlatılan ve yaşanılan somut bir olaydır. Vakt-i saadetinde, gücün zirvesinde olan bir cemaata, bilâ kayd üşart biat ederek, değirmenine su taşıyanların, günümüzde ise, aynı cemaata karşı takındıkları tavır ve uslûpları, hakikaten hazin olduğu kadar, yağmur yağınca şemsiyelerin ortadan kaybolması kadar da düşündürücü ve ibret vericidir. Dün, devlete ait bir tarım arazisini peşkeş çekme yarışında olanlar ve kendilerini cemaata hizmet yarışında şevkle ve aşkla görevli sayan ve görenler, şüphesiz, bugün başka kulvarlarda yol almakta, başka sulara yelken açmaktadırlar. Müraî karekter ve mizaçlı yalakaların, kişilik zaafiyetiyle hayat sürdürenlerin, vicdan mizânında yer bulmayan dünkü tavır ve duruşları ne kadar ilkesiz ve samimiyetsiz ise, bugünkü riyakâr tavır ve anlayışlarıda ahlâken o derece sorunlu ve proplemlidir. Anayasal bir devlete karşı, meşru olmayan farklı parelel yapılanmalar elbette ki sorgulanmalı ve varsa fail ve şerikleriyle birlikte, suç ve kusurlarıyla adalet önünde mutlaka hesap vermelidirler. Ama bu hesap verirlik Kuyucu Murat Paşa mantık ve anlayışıyla asla olmamalıdır.


Yazıyı, Ziya Paşa'nın, bir beyitiyle sonlandırmış olalım.

            Zâlim yine bir derde griftar olur âhir

            Elbette olur ev yıkanın hânesi virân

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Yaşar ÖZTÜRK 01 Ocak 1970 02:00

    Okuduğum bu okul hakkında verdiğiniz malumat beni eski yıllarıma götürdü. Milletmalı sevdiğinize müteşekkirim .

  • Fevzi Budak 01 Ocak 1970 02:00

    Tam aksine 28 şubat sürecinde fişlenen benim bunun belgeleri ankara`da görülen 28 şubat davasında mevcuttur dolayısıyla mağduriyet yaşayan ben oldum istiyorsanız fişlendiğime ait belgeyi de gösterebilirim

  • Müdür Bey 01 Ocak 1970 02:00

    28 Şubat sürecinde tüm cemaatlere mensup herkesi fişleyip bir yerlere servis ettiğiniz söyleniyor doğru mu?

  • Necati güngör 01 Ocak 1970 02:00

    Tarihe NOT düştüğünüz bu yazı için tebrik ve teşekkür.

  • behzat İçten 01 Ocak 1970 02:00

    Haşiizade Şeyh Hacı Haşıl Ali efendinin kurmuş olduğu vakıftan vefatına kadar sükna ve galle hakkına sahipken bugün torunu gerçek torunu Darülacezede kalmaktadır.

  • Adınız Soyadınız 01 Ocak 1970 02:00

    Yazınızı okudum ve Ülke sever görüşlerinize katıldığımı bildirir,saygılar sunarım.sayın Müdürüm.