Tarihi İpek yolu üzerinde olma özelliği ile bilinen Erzurum, ata
yurttan ana yurda uzanan ilim ve irfan ırmağının geçtiği güzergahta
bulunmasıyla da tanınır.
Erzurum; bu ırmaktan beslenen ve kubbede hoş sada bırakan ünlü şahsiyetleriyle de kendisinden bahsettirmektedir.
Sanat,siyaset,din,edebiyat,askerlik
gibi alanlar da iz bırakan bu şahsiyetler arasında, İbrahim Hakkı
Hz,Ziya Paşa,Nefi gibi oldukça tanınanların yanında ismi fazlaca
duyulmayan meşhurlarda vardır.
İşte bu meçhul meşhurlardan biriside Erzurum'un, Güllü köyünde doğan ve gönül dünyalarını aydınlatan Osman Kemali efendidir.
Buhara'
dan gelen bir aileye mensup olan Kemali efendi ,1862 yılında Güllü
köyünde dünyaya gözlerini açmış,bir buçuk yaşına kadar bu gözler ile
dünyayı temaşa etmiş, kaderin cilvesi olarak geçirdiği çiçek hastalığı
yüzünden gözlerini kaybetmiş, bundan sonraki hayatını gönül gözü ile
yaşamıştır.
Altı yaşına geldiğinde babası Halil efendi onun
hafız olmasına karar vermiş ve köy imamlarından ilk dersini almaya
başlamış, bilahare daha iyi eğitim görmesi için Erzurum' a getirilmiştir
.
Erzurum'daki ilk hocasının usul bilmemesi ve iptidai bir
öğretim tarzını benimsemesi Kemali Efendinin bolca dayak yemesine ve
dört senesine mal olmuştur.
20 yaşında şiir söylemeye başlayan Osman Kemali efendi yaşadığı bu süreci
"Bir zaman köyün fakiri idim
Kör idim her kesin hakiri idim
İnsanlar içinde yoktu kıymetim
Sanki insanlığın öbiri idim.
Dediler ilim öğren olursun rahat
İlim büyüdükçe,büyüdü mihnet
Bir üstadım vardı,hırçın tabiat
Döverdi beni,anın demiri idim." dizeleri ile ifade etmektedir.
Bu
sıkıntılı dönemden sonra Kemali efendi "Yeşil İmam" diye bilinen Cafer
Ağa Camii İmam Hatibi Seyyid Mustafa efendinin nezaretinde eğitimine
devam eder ve bir sene içerisinde hafız olur, Ayrıca kırat ilminden de
icazet alır.
Kemali efendi ilerleyen yıllarda bu başarısını
"Gözlerim kapalı,gönlüm açıktı
Önüme her türlü dostlarda çıktı
Kur'an öğrettiler,okutan Hak'dı
Bitirdim,Hafız-ı Kur'an dediler... mısralarıyla özetler.
Oldukça parlak bir zekaya sahip olan Kemal-i efendi, şer-i ilimlerden icazetini de Şeyh Ahmet Taşkesenli'den alır.
Kemali
efendi bu süreçte; Fuzuli ve Şirazi divanları ile Mesnevinin tümünü
ezberlemiş, susuzluğunu gidermek için ilahi kaynakları aramaya çıkmış ,
Şettari Tarikatından kolağası Ali Rıza efendinin sohbetleriyle içindeki
aşk ateşini tutuşturmaya başlamıştır.
Kemali efendi bu halini
"Bir nur tulü etdi şems-i kazadan
Mürüvet yetişdi Ali Rıza'dan
Korkmadım dünyada hiçbir cezadan
Gençlikte uşşakın bir piyri idim.
Kol ağası değil, kullar ağası
Mübarek kabrine, nurlar yağası
Gün himmeti,üstümüze doğası
Lutf u kereminin dilsiri idim" mısraları ile anlatmaktadır.
Aşk
girdabında yoğrulmaya başlayan Kemal-i efendi, sığınabileceği bir liman
bulmak için gurbete çıkar, bin bir türlü sıkıntı
içerisinde,Diyarbakır,Musul,Bağdat,Necef,Kerbela,
Trablusşam,Antakya,İskenderun,Halep ve Konya'ya gider.
Necef
ve Kerbeladan oldukça etkilenen Kemali efendi Hz. Peygamberin
torunlarına yapılan zulüm'ü yüreğinde hissederek , duygularını
"Cihanın sahibinden bir içim su kıskanılmış ah
Fırat ağlar,Murat ağlar,zemin ü asuman ağlar
Bela-yı Ehl-i Beyti yazmağa imkan mı var, asla
Söz ağlar,söyleyen ağlar,kalem ağlar,yazan ağlar... mersiyesiyle dile getirir.
Ehl-i
beyt'e olan sevgisinden dolayı Alevi damgası yiyen Kemali Efendi ,uzun
müddet Konya da kalır ve "Mesnevi-Hanlık" ile onurlandırılır.
1901
yılında İstanbul'a gelen Kemali efendi burada arzu halcilik,bostan
bekçiliği,mesnevihanlık,mecelle şarihliği ve şeyhlik yapmış dünyadan
ayrılana kadar içindeki okuma ve öğrenme arzusu asla azalmamış ,kendi
ifadesiyle "görmeyen gözlerine rağmen gönlü görülecek yer arayıp
durmuştur".
1904 yılında uğradığı Şah Murat dergahında ,
Seyyid Abdulkadir-ül Belhi ile tanışan Kemali Efendi coşkun gönlünün
sükun bulacağı limana yaklaştığını anlar ve Seyyid Abdulkadir- Ül Belhi
Hazretlerinin "bu günden itibaren bizimsin ve burada kalacaksın" demesi
üzerine bu dergahta iki yıl kalır ve daha sonra evine gitmesine
müsaade edilir.
"Eyüp civarında buldum selamet
Orada parladı nur-i hidayet
İmam-ı zeman'e ettim inabet
O ulu dergahın hasiri idim.
Orada verildi cümle mevahib
Orada kesildi her bir metalib
Orada temam oldu menzil meratib
Yakub-i zemanın Beşiri idim." Mısraları onun aradığını bulduğunu açıkça ifade etmektedir.
Üstün
bir zekaya sahip olan bu gönül sultanının diğer bir özelliği de Erzurum
kültürünün vermiş olduğu isyan ruhuna sahip olmasıdır.
İstanbul
da Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan ve içerisinde âmâların
yatıp kalktıkları,yiyip içtikleri bir medrese bulunmaktaymış.
"Âmâlar
medresesi" denilen bu hayır kurumu ilerleyen yıllar içinde fonksiyonunu
kaybetmiş ve buradan faydalan âmâlar büyük sıkıntıya düşmüşler ve
perişan olmuşlar.
Bu durumu içine sindiremeyen Osman Kemâli efendi, yanına aldığı kalabalık bir âmâ gurubuyla padişahla görüşmek için yola çıkar.
Gurubun
temsilcisi olarak Sultan Abdülhamit'le görüşmeyi başaran Kemali efendi
âmâlar medresesinin ve âmâların durumunu Halifeye anlatır.
Bu
görüşmeden oldukça hoşnut kalan Sultan Abdülhamit, medresenin işlev
kazanması için talimat verir ve Osman Kemali Efendiyi de "Âmâlar şeyhi"
olarak tayin eder...
DEVAM EDECEK...