Dadaşın Seyir (Kır) Sefası-1-

Palandöken sırtındaki beyaz örtülerden sıyrıldı. Ejder Tepesi’nin yamaçlarındaki kar kümeleri, atların alnındaki akıtmaları andıran görüntüler sergileyerek eşsiz bir manzara oluşturuyor.


Kardelenler çoktan yerlerini gelinciklere bıraktı.

Erzurum’a yaz geldi, Palandöken ve Erzurum Ovası yemyeşil.

Mevsim sıcaklıklarının tavan yapmak üzere olduğu şu günlerde, Anadolu’da, havası Erzurum kadar güzel bir şehir herhalde az bulunur.

Yaz aylarında gece kalın yorgana sarılıp yatmak, Erzurumluya has bir keyiftir.

Sahil kenarında buram buram terleyip, sivrisinekler tarafından taciz edilen tatilcileri düşünürken, Erzurum’un doğal klimalı havasının ne kadar büyük bir lütuf olduğunu anlamak mümkün.

Okullar tatil oldu, öğrenciler karnelerini aldı.

üniversite öğrencilerinin ve tatilcilerin şehri terk etmeleriyle birlikte, şehirde huzurlu bir sessizlik hâkim.

Yaz mevsimini Erzurum’da geçirenler ise hafta sonlarında bir ağaç altı ve bir su kenarı bulup, moda tabiriyle piknik yapıyorlar.

Eskiden şehrimizde piknik tabiri hiç kullanılmazdı.

Mesire yerlerine gitmek için “Seyir” veya “Kır” kelimeleri telaffuz edilirdi.

Erzurumlular için seyire gitmenin ayrı bir kültürü ve özelliği vardı.

O günlerde günübirlik gidilen mesire yerlerinin başında; SSK Hastanesi’nin arkasındaki Fidanlık, Tohum Islah’ın bahçesi, İstasyon, Kombina ve Orman Müdürlüğü bahçeleri, Köşk’ün arkası, Türbe,  Ilıca (İlice), Hasankale (Gala), Akdağ, Tafta, Teke Deresi, Deli çermik, Serçeme, Boğaz gibi yerler gelirdi.

Erzurum’un en gözde mesire yerlerinden olan Boğaz; Yukarı, Orta ve Aşağı Boğaz olmak üzere üç mesire alanından oluşurdu.

Şehrin içinde kalan mesire yerlerine yaya gidenler olduğu gibi, faytonla da gidenler olurdu.

Mesafesi uzak olan; Türbe, Boğaz gibi mesire alanlarına fayton ve at arabasıyla, Ilıca ve Hasankale’ye ise trenle gidilirdi.

Serçeme, Akdağ, Teke Deresi gibi daha uzak olan yerlere gitmek içinde minibüs kiralanırdı.

Rahmetli nenemin maddi durumu iyi olduğundan, minibüsü o tutar, ailenin birlikte seyre gitmesini sağlardı.

Sabah erkenden kalkıp, gelecek minibüsün yolunu nasılda gözlerdik, heyecandan içimiz içimize sığmazdı.

Minibüs aileyi toplayıp en son bizim evin önüne gelince, sevinçten göklere uçardık.

Yüksek binaların olmadığı dönemlerde, seyre gidemeyen hanımlar evlerin bacalarında seyir keyfini yaşarlardı.

Seyre gitmeden önce evlerde hummalı bir çalışma olurdu.

Akşamdan patates ve yumurtalar haşlanır, zeytinyağlı dolmalar sarılır, kuru köfteler kızartılır, helva kavrulur, hurma tatlıları dökülür, kete ve su böreği açılırdı.

Civil peynir, yeşil soğan, tere, lavaş ekmek ise değişmezler arasındaydı, misten ve tenekeden yapılı semaverin seyirdeki yeri ise tartışılmazdı.

Mesire yerlerine; hısım, akraba ve komşularla gidildiği için, seyrin ayrı bir lezzeti ve bereketi olurdu.

Seyre gidilecek günü iple çeken çocuklar, çıtalı uçurtma yapmak için günler öncesinden hazırlıklara başlarlardı.

Piknik kelimesini bilmediğimiz o günlerde, bencil mangal kültürü de hayatımıza girmemişti.

Gidilen mesire yerlerinde taşlardan ocak yapılır, pilav ve et bu ocaklarda pişirilirdi.

Bazı aileler, mesire yerlerindeki ağaçlar arasına çektikleri iplerin üzerine, sofra bezleri veya ihramlar asarak, pratik çardaklar yaparlardı.

Temizliğe aşırı özen gösteren Erzurumlu hanımlar, su kenarındaki mesire yerlerine gittiklerinde halı, kilim ve yünlerini de beraberlerinde götürür yıkarlardı.

Hanımlar, seyirde bulunmanın keyfi ile bu zahmetli işi kolayca yapıp, gönül rahatlığıyla evlerine dönerlerdi.

Seyirde çocukların tattığı zevk ise kelimelerle anlatılmayacak kadar ziyadeydi.

Asker millet oluşumuzdan mı nedir, ağaç gören çocuklar ok ve yay yapar, hemen savaşçılık oynamaya başlarlardı.

Deniz görmemiş dadaş balaları, Akdağ, Ilıca ve Hasankale çermiklerinde yüzme egzersizleri yaparlar, Erzurum tabiri ile çimerdiler.

Seyir yerinde keyfimizi kaçıran tek şey havanın bozulması, yağmurun yağmasıydı.

Yağmur bulutları gökyüzünü kapladığında, biz çocuklar hep bir ağızdan “Gün buralara, bulut dağlara” diye bağırır, havanın düzeleceğine inanırdık.

Hali vakti yerinde olan aileler arasında, Türbe’de çadır kurup birkaç gün kalmak ise yaygın bir gelenekti.

çadır her evde bulunmazdı, ekonomik durumu iyi olan evlerde, çeşitli ebat ve şekillerde çadırlar bulunurdu.Bu çadırların dört köşeli ve pencereli olanlarına Tenefli, yuvarlak ve ortasında direği olanlara ise Sivri çadır veya Nefer çadırı ismi verilirdi.

Yaz gelip okullar tatil olunca, bazı aileler Ağustos ayının sonuna kadar Hasankale’ye veya Ilıca’ya yazlığa giderlerdi.

Komşular ve akrabalarla beraber gerçekleştirilen bu gelenek, tatil anlayışının değişmesi neticesinde yavaş yavaş kayboldu.


Sahil kentlerindeki devre mülklerin ve tatil köylerinin ortaya çıkması, yazlık furyasının sahilleri yağmalamasıyla birlikte tarihe karışan bu alışkanlıklar, artık o günleri yaşayanların hafızalarında hoş bir hatıra olarak kaldı. (Devam edecek...)

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.