Din ve hurâfeler...

Ramazan ayı vesile edilerek, kendi indi görüş ve inancını din olarak takdim edenleri mi ararsınız? Din adına hurâfe ve masal anlatanlara mı bakarsınız? Para karşılığında, güzel dini pazarlayarak, menkibe dizenleri mi sorarsınız.? Sayılı ve saygın din adamlarını istisnâ tuttuğumuzda, geri kalanların yazılı ve görsel medyada, arz-ı endâm ederek gazel okuduklarına şahit oluyoruz..

"Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur" misali, her yil tekrarlanan ve nakaratlardan öteye gitmeyen, toplumsal ve ferdi davranışlara yansımayan, pratik değeri bulunmayan kuru bilgiler, zerk edilmeye çalışılmakta...Dinî ve her türlü müsbet bilginin davranışa dönüşümüne eğitim-terbiye denir, güzel ahlâk denir.

Bunun neresinde olduğumuza ve bir bütün cemiyete yansımasına bakılmalı...Yoksa, davranışa ve ahlâka yansımayan, nazari her tür kuru bilgi, sinede yük olarak kalır ve değersizleşerek anlâmsızlaşır.. Nurettin Topçu; "Dindâr adam, dini başkasından daha iyi bilen adam değil, başkalarından daha ahlâklı ve kuvvetli olan adamdır." der..

Àkif'e göre ise; "Din bir güç ve huzur kaynağıdır. İslâm gúzel ahlâktır. Din nasihattır. Müslümanlık kahramanlıktır" der... Ve yine; "O Nebi'ye atıfla binlerce herze uydurdun / Yıktın da dinî mübini yıktın, yeni bir din kurdun" gibi mısralarla "indirilen dine değil, uydurulan dine" sarılanlara, din adına masal ve menkibeler üzerinden yeni bid'atlar ve hurâfeler oluşturanlara, şiddetli ve sarsıcı tarizlerde bulunur...

Rahmetli Âkif'ten, can alıcı mısralar....

Yetmez mi çocukluktaki efsâneye hürmet
Hâlâ mı reşid olmadı, hâlâ mı bu millet

Dersen ki ufuklarda bir aydınlık uyansın
Mâziye ateş vermeli, baştan başa yansın

Elverdi masal dinlediğim bunca zamandır
Ben kanmıyorum, git de sen aptalları kandır

Allâh'a değil, taptığın evhama dayandın
Yandınsa eğer hakk-i sarihindi ki yandın

***
Müsümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok nâfile

Kaç hakiki müslüman gördümse, hep makberdedir
Müslümanlık bilmem amma, galiba göklerdedir

Ramazan ayının, iyilikler ve güzellikler getirmesini diliyorum...
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Dadaş 01 Ocak 1970 02:00

    Sayın Fevzi Budak "Din ve Hurafeler" adlı yazınızı okudum. Yazınız güzel olmuş ama bir eksiklik var ki oda yazınızda hurafelerden bahsetmenize rağmen hiçbir hurafe örneğine yer vermeyişiniz olmasıdır. Bu eksikliği izninizle ben bir kitaptan altı yapmak suretiyle tamamlamak istiyorum. Sabah Namazının Sünneti "Öztürk, sünnet namazlar üzerinde dururken önemli bir iddiayı gündeme getirmekte ve şöyle demektedir: "Sünnet adıyla tevhidin namazına eklediklerinin en ünlüsü sabah namazının sünneti! Olarak gösterilir. Oysaki ilk nesiller içinde bu sünneti bilmeyenler var. Kılmayanlar çoğunluktadır. Böyle bir sünnetin varlığına karşı çıkanlar var. (bk.İbni Hemmâm, 3/51-56) Doğrusu şu ki, sabah namazının sünneti adıyla ilmihal kitaplarına sokup camide kıldırdıkları o iki rekât, Peygamberimiz tarafından evde kılınan ve evde kılınması istenen nevâfilden biridir..." (İslâm Nasıl Yozlaştırıldı, s.477 Öztürk'ün bu ifadelerini okuyanlarda uyanacak kanaat şudur: "Sabah namazının sünneti" adıyla kıldığımız iki rekât, ilk devirlerde bazı kimseler tarafından bilinmemekteydi, hatta bu namazı kılmayanlar çoğunluktaydı ve hatta bu namazın kılınmasına karşı çıkanlar vardı ve bütün bunlar Abdülrrezzâk b.Hemmâm, el-Musannef adlı ünlü eserinin 3.cildinin 51-56. Sayfaları arasında zikredilmiştir. Şimdi bu iddianın nasıl "kuyruklu bir yalan" olduğunu, ilk nesillere nasıl büyük bir iftira atıldığını ve bu çirkin iddiaya Abdülrrezzâk'ın nasıl malzeme yapıldığını göstereceğiz. Göstereceğiz ki Öztürk'ün kaynakları tahrif etme hıyaneti herkes tarafından bilinsin ve onun her söylediğine elsiz-ayaksız teslim olanlar nasıl büyük bir aymazlığın kurbanı olduklarını ibretle seyretsinler. Öztürk'ün burada söylediklerine gerekçe yaptığı rivayetler, öyle görünüyor ki, belirttiği kaynakta, 4753 numaradan başlayıp 4760'a kadar müteselsil olarak devam eden rivayetlerdir. Gösterilen yerde bunlar dışındaki rivayetlerde, Öztürk'ün iddiasına malzeme teşkil edebilecek herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Bu rivayetlerden ilkinde (4753 numaralı rivayet) İbn Cüreyc, Atâ'ya "fecir ufka yayıldığı zaman "fecrin iki rekâtı" dışında namaz kılmanın mekruh olup olmadığını soruyor, o mekruh olduğunu söylüyor. İkincisinde (4754) İbn Ömer (r.a), fecir doğduktan sonra mescitte peşpeşe namaz kılan bir kişiye, bu vakitte kılınacak namazın ancak iki rekât olduğunu söylüyor. Üçüncüsünde (4755) İbni-Müseyyeb, fecir doğduktan sonra mescitte peşpeşe namaz kılan bir kişiyi bundan sakındırıyor; adam, "Allah bana namaz kıldığım için azap eder mi?" dediğinde, "Hayır, fakat sünnete aykırı hareket ettiğin için sana azap eder" diyor. Bundan sonraki iki rivayette (4756, 4757) Hz.Peygamber (s.a.v)'in "Ezandan (diğer rivayette Fecrin doğmasından) sonra, fecrin iki rekâtı dışında namaz yoktur" buyurduğu naklediliyor. Sonraki iki rivayette (4758, 4759) İbni Abbâs ve İbni Ömer'in fecir doğduğu zaman iki rekât kılıp sonra oturdukları naklediliyor. Sonraki rivayette (4760) Efendimiz'in "Fecrin doğmasından sonra, fecrin iki rekâtı dışında namaz yoktur" buyurduğu naklediliyor. Öztürk'ün yukarıya aldığımız hükmüne temel yaptığı ifade, bizim "fecrin iki rekâtı" şeklinde çevirdiğimiz ifade olmalıdır. Bu onun, hadislerin dilinden ne kadar nasipsiz olduğunu gösteriyor. Dilimize çevrilen bazı temel hadis kitaplarının mütercimlerinin de düştüğü hata bu. Açıktır ki bu ifade, Fıkıh terminolojisinde "sabah namazının sünneti" tabir edilen namazı anlatmaktadır. Zira bizim, "sabah namazının farzı" dediğimiz ettiğimiz namaz, hadislerde "Subh", "Salâtu's Subh", "Salâtul Fecr" veya "Salâtu'l-Ğedât" tabirleriyle ("salât" kelimesi mutlaka zikredilerek), sabah namazının sünneti ise "Rek'atân/Rek'atayn" (iki rekât), "(Secdetân/Secdeteyn)" (iki secde), "Rek'atâ el Fecr/Rek'ateyl'-Fecr" (fecrin iki rekâtı) veya "Secdetâ El Fecr/Secdetey'l-Fecr" (fecrin iki secdesi) ifadesiyle anlatılır. Bu durum sadece sabah namazına özgü değildir. Diğer bütün namazların farzı, o namazların ismiyle ("Zuhr", "Asr", "Mağrib", "İşâ" tarzın ve başlarında "Salât" kelimesi getirilerek anlatılır. Bunu, sadece Abdürrezzâk'ın adı geçen eserinde bile kolayca tespit etmek mümkündür. Mesela mezkur eserin, "Vaktu's-Subh" (Sabah Namazının Farzının Vakti) başlıklı babında (1/567) yer verilen rivayetlerin tamamında sabah namazının farzı, "Subh", "Salâtü-s-Subh" veya "Salâtu-l-Gedât" adlarıyla geçmektedir. Aynı durum diğer Hadis kitapları için de geçerlidir. Hatta Öztürk'e bu farkı fark edebilmesi için, Abdülrrezzâk'ın el-Musannef'inde, yukarda gösterdiği yerdeki ve hemen devamındaki rivayetlerin lafızlarına özellikle (4773, 4777, 4783, 4784 numaralı rivayetlere) dikkatle bakmasını tavsiye ederiz. Bu rivayetlerde, yukarıda belirttiğimiz durum ?farz için ayrı, sünnet için ayrı kelime kullanılmak suretiyle- açıkça zikredilmektedir. Öztürk, bu terminolojiden habersiz olduğu için ilk nesillerin sabah namazının sünnetine karşı çıktığı, onlar arasında böyle bir namaz bulunduğunu bilmeyenler olduğu?vs. gibi gülünç (yoksa ağlanması gereken mi demeliydik?) bir iddiada bulunuyor. İşin bir diğer yönü de Öztürk'ün, bu yazının başında alıntıladığımız "Doğrusu şu ki, sabah namazının sünneti adıyla ilmihal kitaplarına sokulup camide kıldırdıkları o iki rekât, Peygamberimiz tarafından evde kılınan ve evde kılınması nevafilden biridir?" tarzındaki ifadelerinin yukarıdaki iddiasıyla örtüşmemesidir. Zira bu pasajda Hz.Peygamber (s.a.v)'in "sabah namazının sünneti" dediğimiz iki rekâtlık namazı evde kıldığını ve bu namazın evde kılınmasını istediği söylenmekle şu iki nokta itiraf edilmiş olmaktadır: 1- Hz.Peygamber'in bu namazı kıldığı sabttir. 2- Hz.Peygamber, başkalarının da bu namazı evlerinde kılmasını istemiştir. Eğer böyleyse ?ki böyledir-, bu namaz ilk nesillerin gözünde nasıl kaçmıştır? Namaz gibi manevi ve ameli tevatürün zirve noktasını oluşturan bir ibadetin, İbn Ömer, İbn Abbâs, Atâ b.Ebi Rabâh, Said b.el Müseyyeb? gibi İslâmi ilimlerin ilk dönem kaynakları arasında bulunan güzide simaların gözünden kaçabileceğini düşünmek, aklından zoru olanların dışında sadece "cahiller" veya "art niyetliler" için söz konusu edilebilir. Dahası var: Fıkıh dilinde "sabah namazının sünneti" tabir edilen namazı bu insanların bilmediği veya kılmadığı iddiasını bir an için kabul edelim. Peki, bu durum, namazı kılmayanların "çoğunlukta" olduğunu söylemeye yeter mi? Burada isimleri geçenlerin sayısı bir elin parmaklarını bile bulmamaktadır. Allah aşkına bu nasıl "çoğunluk"tur? Saptırma ve tahrifin böylesi karşısında Hz.Peygamber (s.a.v)'in "Utanman yoksa dilediğini yap" hadisini hatırlamadan edemiyoruz." (Ebubekir Sifil Modern Fetvalar Çağdaş Hurafeler-1 Yaşar Nuri Öztürk Eleştirilerini Yeni Bir Katkı shf.166-169) Alperen Yayınları