Erzurum Haber Girişi : 08 Aralık 2009 01:10

Günübirlik Düşünceler...

Günübirlik Düşünceler...

Günübirlik Düşünceler ve Şahsi Menfaatlerdir Toplumu Yıkacak Olan...

            Yapacağımız her işte, atacağımız her adımda merkeze koyduğumuz endişe; çabamızın semeresinin bize ne getireceği ve bu işten payımıza neyin düşeceğidir genelde… Bunu toplumla ilişkilendirerek, bütün bir çoğunluğa sağlayacağı yararın büyümesi, gelişmesi ve genişlemesi sonucunda bize de değeceği ve bizim; bizden sonraki nesillerin de bundan yararlanacağı düşüncesi, davranışı, duruşu ve bakış açısı; ne yazık ki yıllar içerisinde nerdeyse yok edildi. İnsanlar artık böylelerinin zihninin, algılama ve anlama kapasitesinin yıllar öncesinde kaldığını, onları çağa uyamamış kişiler olarak niteledikleri için, aralarında istemiyorlar ve ısrarlı olanları ise; “Sen mi kaldın kardeşim bu ülkeyi kurtaracak?” cümlesiyle azarlayarak, bir an önce aralarından göndermenin ve kurdukları tezgâhın; engellenmeden, çomak sokulmadan, tıkır tıkır işlemesinin yollarına bakıyorlar.

            Bu tür düşüncelerin ortaya koyduğu hayat anlayışı, geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın önünde koskoca bir engel… Gecesini gündüzüne katarak çalışan ve en iyi üniversiteleri kazanan gençler; hayata atılacakları zaman, böylesine dengesiz, böylesine adaletsiz ve böylesine kabul edilemez bir engelle karşılaşarak, istikbâle dair umutsuzluğa düşüyorlar ve böylece, belki de dünyayla yarışacak azim ve kararlılığa sahip kafalar; bu çarpık anlayışın daha baştan mağlubu olarak, sıradan kişiler şeklinde zamanı tüketiyorlar. Taraflılığın önlerine çıkardığı bu durumlar, nice insanı hakkı olandan ederken, nicelerini de hak etmedikleri yerlere, mevkilere taşıyor ve onlar da ellerine teslim edilen yeri; gerektiği gibi değil de, istedikleri, arzu ettikleri gibi, bilinçsiz ve bilgisizce yöneterek, sonsuz olmayan bu kaynakları heba ediyorlar. 

            Dolayısıyla; bu hâl giderek insanımızın zihninde öylesine kök salmaya başlamış ki; ne olursa olsun, nereye ne alınacaksa alınsın; kimsenin yeteneğe, bilgiye, çalışmaya bakacağına olan inançları, karşılaştıkları her manzarada biraz daha yıkılıyor, törpüleniyor. Ve; kadîm bir zamandan getirdiğimiz değerler bütünü, her geçen gün biraz daha önemini kaybedip, idrâklerden silinerek, yerle bir oluyor. Kanunî olarak konulmuş imtihanları geçiyor ama, insanların şahsî olarak devreye girdikleri yerlerde ne yazık ki, bir takım çevrelere, bir takım gruplara ve en belirleyici unsur olan siyasete ve onların uzantılarına yeniliyor.

            Çocuklarımızı, gençlerimizi ve onların emeklerini; şahsi ihtirasların ve günübirlik düşüncelerin çarpışma mekânı haline getirdiğimiz bir ülkede, geleceğimizi ve onların geleceğini hesap etmeden, ne hazindir ki yıllardır harcıyoruz ve bu gidişle daha çok harcamaya devam edeceğiz gibi… Çağı kurmak, çağa uygun, çağı kavrayan ve çağı anlayan insan yetiştirmek ve geleceğimizi planlamak şeklindeki ufuklu görüşlerin ve bu görüşleri ortaya koyanların değerlerinin bilindiğini ve toplumu değiştirip dönüştürürken, onlardan yararlandığımızı söylemek; hayli büyük ve abartılı bir iddiadır ki; maddi olarak şehirlerimize, yaşadığımız ortama, soluğumuz havaya, tükettiğimiz ya da artık kolay kolay tüketemediğimiz suya; manevi olarak kültüre, sanata, edebiyata verdiğimiz öneme bakarak kolaylıkla çürütülebilir.

            Bırakın çağı kurmayı; sadece çağı yakalamak ve onun getirdiklerini bünyemize uygulayarak; devletin milletiyle el ele yaşayacağı bir gelecek oluşturmak istiyorsak; onun vakti gelmiş de geçiyor bile… Bunun için derhal harekete geçmemizi hatırlatmak bile abes… Hemencecik günübirlik düşünceleri ve dahi hayalleri bile bırakıp, şahsi menfaatlerimizi, toplumun menfaatleriyle birleştirmemiz lâzım. Ama bu gidişle; birilerinin pohpohlamasıyla, on yıl sonra yıldız gibi parlayacağımızı söylemeleriyle bu iddianın gerçekleşeceğine bilmem ki nasıl inanalım. Hâlâ az çalışıp, çok yatma isteği içindeysek, hâlâ belli kılıflarla kendimizi avutuyorsak, işsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede iş sahipleri hâlâ kalifiye eleman sıkıntısı çekiyorlarsa, hâlâ insanlar devletin verdiği yardımlarla yetinip, çalışmak istemiyorlarsa; bu kadar üniversite açmamıza, bu kadar bilim adamı yetiştirmemize rağmen, hâlâ aşı üretimi için çalışacak bir tek ses yükselmiyorsa bu ülkeden… Çağ kim, biz kim demek gerekmez mi? İşte gazetelerden yakaladığımız somut bir örnek…Özcan'dan Üniversitelere Aşı Eleştirisi” başlığını taşıyan haberin arka planı nedir, diye düşünsek de, hele de bugünlerde çok ilgilendirdiği için bir okuyalım:

            “YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Grip Aşısı Üretme Çalışmaları Konusunda Türkiye'deki Hiçbir Üniversitenin Talip Olmadığını Belirterek, 'Türk Üniversitelerinin Burada Biraz Daha Hassas Olmasını Çok İsterdim' Dedi.  Prof. Dr. Özcan, Türkiye Yazarlar Birliğinin Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde düzenlediği ''Yazar Okulu'' seminerinde, ''Türk Yükseköğreniminin Bugünü ve Geleceği'' konulu açılış dersini verdi. Türkiye'nin çok büyük miktarda paralar harcayarak domuz gribi aşıları aldığına dikkati çeken Özcan, önümüzdeki yıllarda başka grip türlerinin ortaya çıkabileceğini söyledi. Hiç olmazsa üniversitelerin birinden bir grup öğretim üyesinin, '' Biz bu grip vakalarının sık sık geleceğini biliyoruz. Biz aşı üzerine çalışalım. Her sene bu kadar parayı yurt dışına transfer etmek istemeyiz'' demesini beklediğini ifade eden Özcan, şöyle devam etti: ''Üniversitelerden çıt çıkmıyor. Hiçbir üniversite böyle bir işe talip olmuyor. Bırakın talip olmasını, daha önceden bu işler Hıfzıssıhha'da yapılırken biz onu da kapattık. Herhalde Türkiye'nin hiçbir hastalığa mustarip olmayacağını düşünüyoruz. Bundan sonra ülkemize ne salgın gelecek ne bir şey gelecek herhalde. Böyle bir aşı yapan müessesemizi de kapattığımıza göre, dışarıda da yabancılar yaptığına göre, herhalde gidip oradan alacağımızı düşünüyoruz ama bunun bir sonu olmadığını düşünüyorum. Türk üniversitelerinin burada biraz daha hassas olmasını çok isterdim.'' Aynı şekilde Türkiye'de ilaç ve tıbbî aletin de çok yapılmadığına dikkati çeken Özcan, Türkiye'nin tıbbî alet konusunda yüzde 98 dışa bağlı olduğunu söyledi. Türkiye'de sağlıkta çok önemli adımlar atıldığını vurgulayan Özcan; hizmete ihtiyaç duyan bütün insanlara hizmetin götürüldüğünü ifade etti. Özcan, ''Ama üniversitelere düşen tarafında çok eksik kaldığımızı düşünüyorum'' dedi. 

            İşte YÖK’ün başındaki zâtın düşünceleri ve daha ilerisi; öngörüleri… Sağlıkta bu kadar dışa bağımlı olan bir ülkede, başka bölümlerin de bundan farklı olmadığını biliyor olmalısın herhalde ey okuyucu…

            Söze devam edersek; medeni insanların yaşayacağı hayat şartlarından yoksun ve yaşadıkları hakkında bir kere bile düşünmeyi akletmemiş, yetkililerin ortaya koyduklarını, sadece söylediklerine bakarak kabul etmiş ve kendisiyle onu ya da bir başkasını mukayese edecek şansa sahip olmamış veyahutta edecek fırsat ve bilgiye ulaşamamış milyonlarca insanımız var.

            Hayatlarını basit bir çerçeveye oturtan ve her değişimde yine başka sözlerle kandırılmaya müsait bu insanların bir yerlere taşıdığı kişilerin onlara bakış açılarının nasıl olduğunu, yaşadığınız yerde size tahsis edilen varlıklara bakarak anlayabilirsiniz. Ancak bundan yine de hisse çıkarmayıp, işi hep size sunulan minicik bir imkâna ve işi yapacak olanlara, size hizmet edecek olanlara değilde, onları size tavsiye edenlere bakarsanız; daha çok yanılırsınız ve yanılırız ve hep birlikte şehirleri, kasabaları, köyleri kaybederiz.

            Birbirimize hep önyargıyla yaklaşmanın, hep kendi söylediklerimizin doğru olduğuna inanmanın, birbirimizi dinlememenin, karşıt düşüncelere önem vermemenin bizi taşıyacağı yerlerde mutluluk, saadet ve huzur olduğunu iddia etmek, kuru bir lafızdan başka nedir ki?

            Kavgalarımız ve kiminle, ne için kavga ettiğimiz üzerinde hiç kafa yormuyoruz ne yazık ki... Birinde ya da bir şeyde hoşlanmadığımız bir yan bulduğumuzda, onu hepten kenara koyup, bütünüyle terk ediyoruz. Ya da; bazı yanlarından hoşlandığımız birilerini veya bir şeyleri hepten kabul ederek, bir daha başkası tarafından asla eleştirilmesine izin vermeyerek, toptan kabulleniyoruz. Verdiğimiz tepkilerin çoğunun ya yeri yanlış ya da zamanı… Ya aşırı severek; aşırı otoriter, her söylediğinin doğru olduğuna inanmamızı ve hemen yapılmasını bekleyen megaloman bir kimlik ortaya çıkarıyoruz. Ya da aşırı nefret ederek, bu hızla ortalığı birbirine katıp, hem kendimize ve hem de çevremize zarar veriyoruz. Bir yerden ve bir zamandan sonra işin normalini yapmak; hem bizi tatmin etmez hale geliyor ve hem de karşımızdakinde, ona olan inancımızı ve sevgimizi yitirdiğimiz kanaatini uyandırıyor.

            Doğruları, önce kimin ağzından çıkıyor diye bakıp, ondan sonra doğru olduğuna inanıyoruz. Kesinkes doğru olduğunu bildiğimiz konularda bile, eğer bunu bizim tasvip ettiğimiz, bizim taraf olduğumuz biri söylüyorsa doğrudur diyoruz. Bizim açımızdan bu özellikleri taşımayan birinin söyledikleri her ne kadar kayda değer olsa da; önemsizdir, eksiktir ve doğru değildir diye düşünüyoruz. Aslında düşünmüyoruz; bu böyledir diye kesin ve keskin bir inançla yaklaştığımız için, düşünmeden hemen reddediyoruz.

            Bütün bu yazdıklarımızdan sonra, şahsî olarak işimize gelmeyen, ama başkalarına yarar sağlayacak olan bir şeyi kabul edip ve onun gerçekleşmesi uğruna çaba sarfedenlerin sayısı konusunda iyimser olmak; bilmiyorum ne derece doğrudur…

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.