Gürcistan izlenimleri -1

Yeni bir ülkeyi görmek, farklı bir kültürün dününü ve bugününü anlamak, bir zamanlar Misak-ı Milli sınırları içerisindeki Batum’u görmek için Gürcistan yolundayız.

Er-vak üyelerinden oluşan yirmi dört kişilik kafile gurubumuz, beş on dakikalık bir gecikmeyle de olsa, aracımızın bulunduğu yerde toplanıyor.

Artvin yolunun günün belli saatlerde kapatılmasından dolayı, bir an evvel yola çıkmak için sabırsızlanıyoruz.

“Acele işe şeytan karışır” sözünü doğrularcasına, Çiğdem Hoca’nın kimliğini almadığı anlaşıldığından, tekrar şehre dönüp, kimliği alıp yola koyuluyoruz.

Aracımızın şoförlüğünü yapan Arif kardeşimiz mütevazı bir kişilik, kendisinin aynı zamanda firmanın sahibi olduğunu daha sonra Zinnur Hoca’dan öğreniyoruz.

Şirin ilçemiz Tortum’u geçip, cağ kebap kokularının etrafa yayıldığı Aksu Kapı’da bekleyen kafilemizin diğer iki yolcusu İclal ve Müfit Kaftanoğlu çiftini alarak yola devam ediyoruz.

Tortum Gölü kıyısına varmadan, kaptanımız araçta bir sıkıntı olduğunu söyleyip aracı park edince, moraller biraz bozuldu.

Kaptan kendi yöntemiyle aracı hazır hale getirdikten sonra, tekrar yerlerimizi alıp hareket ettik.

Tortum Gölü kenarından Prinkayalar’a tırmandığımızda araç daha gidemiyordu, haliyle en tepe noktada durmamız icap etti.

Nasıl bir tecellidir ki aracın biraz ilerisinde yerde acı içerisinde kıvranan birkaç aylık bir köpek yavrusunu fark ettik.

Geçen bir araç mı çarpmış, ne olmuşsa, hayvan bir türlü kıpırdayamıyor, güneşin altında hareketsiz ve çaresiz öylece yatıyordu.

Yavuz Hocayla birlikte yavruyu alıp gölge bir yere taşıdığımızda, bir hayli acı çektiğine ve ayaklarını kullanamadığına şahit olduk.

Yavuz Hoca elindeki su şişesinden yavruya damla damla su içirdiyse de yapacak fazla bir şeyimizin olmadığını anlayıp, yavruyu yeşillikler içerisine yatırıp, büyük bir eziklikle beraber yola koyulduk.

Aracımız yavaş da olsa hareket halindeydi ve nihayet su kavuşumunu geçip bir mola verdikten sonra, yolculuğumuzun biraz uzayacağını tahmin ettik.

Mola yerinde mevsimin ilk dutunu yiyip çayları içtikten sonra, kaptanın: “Sıkıntı olursa arkadan araç istedim gelecek” tesellisiyle birlikte umutlanıp yola koyulduk.

Günün belli saatlerinde kapanan yolu geçtiğimiz için, kaybettiğimiz zamanı telafi etmiş oluyoruz.

 Rampaları çıkarken aracımızın hızı saatte 17 km kadar düşüyordu.

Zahmetli bir yolculuktan sonra Artvin’e geldik ve aracımızı sanayi sitesine götürerek ilgili servisin önüne park ettik.

Ustalar aracın arızasını gidermeye çalışırlarken, kulağımıza gelen ezan sesiyle birlikte yakınımızda bulunan camiye gidip Cuma Namazı’nı kılıp, yapıldığını tahmin ettiğimiz aracımıza tekrar bindik.

Aracın arızasının giderilmediğini ilk rampada anlayıp ve arkadan başka bir aracında gelmediğini farkedip yavaş da olsa yolculuğa devam edeceğimizi kabullendik.

Bu aşamadan sonra bize sabırlı davranmaktan başka bir çözüm kalmıyordu.

Borçka’yı geçtikten sonra Bakımevi rampasını saatte 17 km hızla çıkıp inişe geçtiğimizde, aracın birden aşırı hız yaptığı hissine kapılıp panikledik.

Saatte 17 km hıza o kadar alışmıştık ki bir anda hızımız 60 km hıza çıkınca kendimizi Formula yarışlarındaymışız gibi hissettik ve bu duruma bayağı güldük.

Denizin görünmesi, yolun düzelmesi, hızımızın artması, sınıra yaklaşmamız, yaşadığımız sıkıntıları çabuk unutturdu.

Sınır Kapısı’na geldiğimizde Zinnur Tiryaki bizi bekliyordu.

Nüfus cüzdanlarımızı verip, hiçbir zorluk çekmeden almış olduğumuz bir belgeyle birlikte sınırın öteki tarafına anında geçiverdik.

Bir adım ötede, nasıl olduysa anında her şey değişti.

Farklı bir alfabe, değişik insanlar, başka bir din ve kültür, anında hissedilmeye başlandı.

Gürcistan tarafına geçtikten sonra bizim için hazırlanan araçlarımıza binip, Maya isimli rehberimizin öncülüğünde Gürcistan topraklarında yol almaya başladık.

İlk durağımız Roma devrinden kalma Apsaros Kalesi, bir zamanlar Osmanlıların eline geçen bu kale, surlarla çevrili, içerisi yemyeşil ve çiçeklerle donatılmış durumda.

Kalenin fazlaca bakımlı olduğu söylenemez, bazı yerlerinde kazı çalışmaları devam ediyor.

Kale içerisinde bir müddet yürüdükten sonra, karşımıza ses cihazlarıyla donatılmış büyük bir platform çıkıyor, belli günlerde değişik etkinliklerin yapıldığı bu platformun üzerinde Gürcü çocuklar oyunlar oynuyorlar.

Av. Sadrettin Haşıloğlu Ağabeyi bu çocuklarla hemen ahbaplık kurup, onları başına toplamayı başarıyor ve bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmiyor.

Kale içerisinde değişik zamanlara ait harita, çömlek, çanak, para, araç ve gereçlerin sergilendiği bir müze mevcut, burası en çok tarihçi hocalarımız Betül ve Yavuz Aslan Hocalarımızın ilgisini çekiyor.

Kaledeki taş çeşmeden su içip, kalenin giriş kapısında toplu bir fotoğraf çektirdikten sonra buradan ayrılıyoruz.

Yollar, bizim yirmi yıl öncesine ait durumumuzu hatırlatıyor, sol tarafımızda sahil, sağ tarafımızda ise yeşillikler içerisinde evlerin bulunduğu yerleşim alanlarından geçiyoruz.

Bir katlı bahçeli evlerin arasından yol alırken, Karadeniz kıyısında inşaatları devam eden beş yıldızlı otellerin çokluğu da dikkatimizi çekiyor.

Sarp Sınır Kapısı ile Batum arası çok yakın mesafe, bu yüzden kısa bir yolculuğun ardından Batum’a merhaba diyoruz.

Şehirde kısa bir tur attıktan sonra otelimiz Era’ya gelip, eşyalarımızı yerleştirip, yarım saatlik bir dinlenmeden sonra, Arhavili Muhammed’in işlettiği Arhavi Lokantası’nda pidelerimizi yiyip, çevredeki küçük döviz bürolarından paralarımızı bozdurup, Batum’u keşfe çıkıyoruz.

Gürcistan’ın para birimi Lari, bizim paradan kıymetli, 50 TL verdiğinizde 43,5 Lari alabiliyorsunuz.

Caddeler, sokaklar ve kaldırımlar çok berbat, komünist dönemden kalma binalar soğuk yüzleriyle adeta dökülüyorlar.

Otelimiz Batum’un tek camisine çok yakın, bu caminin etrafında Türkler çok olduğu için, buraya Türk Mahallesi de deniyor.

DEVAM EDECEK…

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.