Gürcistan İzlenimleri-3

Trafik levhaları Tiflis'e az bir yolumuzun kaldığını gösterirken, bin beş yüz yıllık bir kentin kadim kültürü de kendini göstermeye başlıyor.
Tiflis, meşhur Kura Nehri'nin iki tarafında kurulmuş görkemli bir şehir.
Şehrin içerisinde kısa bir yolculuk yaptıktan sonra otelimize geliyoruz.
Otel yeni yapılmış, giriş arka taraftan verilmiş, bir takım eksikliklerinin olduğu hemen anlaşılıyor.
Otele yerleştikten sonra Tiflis'i gezmek için araçlarımıza biniyoruz, burada Türk olan yeni bir rehber bize eşlik ediyor.
Türk yemeklerinin olduğu Sivaslı Abdullah'ın lokantasında yemeğimizi yiyip, Tiflis'in meşhur Rustaveli Bulvarı'na çıkıyoruz.
Burasının yakın zamanda restore edilip modern bir çehreye dönüştürüldüğünü, karşılaştığımız bir Türk mimardan öğrenmiş oluyoruz.
Birbirinden güzel tarihi binaların karşılıklı olarak süslediği caddeden ileriye yürüyüp, meşhur Tiflis Metrosu'na geliyoruz.
Yerin 70 m altında olduğu söylenen Metro'ya inmek için bindiğimiz yürüyen merdivenin uzunluğu hepimizi şaşırtıyor.
Metro'ya binip bir durak sonra iniyoruz, böylece meşhur Metro'da kısa bir gezinti yapmanın keyfini yaşıyoruz.
Metro'nun, üç ayrı yerde Kura Nehri'nin altından geçtiğini de rehberimiz bize anlatıyor.
Gürcülerin ünlü şairi Rustavi'nin büyük bir heykelinin bulunduğu ve etrafını tarihi binaların süslediği meydanda fotoğraf çektirip, Parlamento Binası'na geliyoruz.
Parlamento binasının etrafında fazlaca bir güvenlik hissedilmiyor, yani asker veya polis pek gözükmüyor.
Parlamento Binası'nın yanı başındaki gazete ve dergilerin satıldığı alt geçitten karşıya geçip, Kashveti Kilisesi'ne giriyoruz.
İçerisi inançlarına göre ibadet eden dindar insanlarla ve din adamlarıyla dolu. 
Gürcü mimarisini yansıtan bu kilisenin etrafında büyükçe bir bahçe mevcut, hava kararmak üzere, Tiflis'i tepeden seyretmek için hedefimiz TV Kulesi.
Yeşillikler arasından çıkıp kulenin olduğu yere gelince, güzel bir parkla karşılaşıyoruz.
Parkın sol tarafında birbirlerinin üzerine eğik bir şekilde yerleştirilmiş birkaç katlı değişik mimarideki evler, olağanüstü bir görünüm sergiliyor. 
Bulunduğumuz noktadan Tiflis'in manzarası tek kelimeyle muhteşem, ışıklandırılmış Cumhurbaşkanlığı sarayı ve tarihi eserler doyumsuz bir görüntü oluşturuyor. 
Burada biraz oyalandıktan sonra, rehberimiz bizi 2005 yılında Alman ve Amerikan Kiliseler Birliği'nin yaptırdığı ve hâkim bir tepe üstüne kurulmuş olan Altın Kubbeli Sameba Kilisesi'ne götürüyor.
Geçtiğimiz yollar ve çevre oldukça ilkel ve bakımsız, demir parmaklıklı girişin sağında ve solunda bir takım çalışmalar devam ediyor.
Katedralin kubbesi altın bir tabaka ile örtülü, içerisi ibadet eden dindarlarla dolu.
Kilisenin yerlerini, başları örtülü, genç, modern giyimli kızlar temizliyorlar.
Kura Nehri'nin yanındaki balık biçiminde olan ve yine güzel bir şekilde ışıklandırılmış köprüye varıyoruz.
Kura Nehri'nin yanındaki bu parktan karşı tepedeki kaleye yapılmakta olan teleferik sistemini görünce, yıllar boyu Erzurum'da dile getirdiğimiz tabyalar ve kale arasındaki teleferik hattı düşüncemiz aklıma geldi ve arkadaşlarla bu fikri bir kez daha tartışma fırsatı buldum.
Etraf cıvıl cıvıl insanlarla kaynıyor, seyyar satıcılar ellerindeki Çin malı oyuncakları satmak için yarışıyorlar, bizde Tiflis'te fırfırik çevirdik diye, ışık saçan  topaçlardan satın alıyoruz.
Abdullah'ın lokantasında çorba içtikten sonra otelimize döndük, Av. Sadrettin Haşıloğlu Ağabeyimizin doğum günüymüş, bunu bilen Zinnur Hoca ona bir sürpriz doğum günü partisi hazırlamış, beraberce bu mutlu günü yâd edip, Erzurum hakkında derin sohbetlere dalıp, hoşça vakit geçirdik.
Erzurum'un göç konusunu ve insanını toprağında tutamamasının ön planda olduğu bu sohbet anında, Av. Tuncer Aktaş'ın da Erzurum'dan ayrılacağını öğrenince, hepimiz ziyadesiyle üzüldük.  
Kafilemizdeki iş adamı Zafer Ergüney'de konuşmasında; dışarıda iş yaptığını, kazandıklarını Erzurum'a getirdiğini, ama şehrin kendisine yeteri kadar sahip çıkmamasını dile getirdi.
Av. Fahrettin Aksakal ve Prof. Dr. Ömer Özden Hoca'nın da bu minvaldeki konuşmalarıyla birlikte, güzel bir memleket sohbeti yapmış olduk.
Sabah otelde yaşamış olduğumuz kahvaltı sıkıntısını atlattıktan sonra, eksik kalan Tiflis turumuza devam etmek için araçlarımıza binip yola koyulduk.
İlk olarak kaplıca bölgesi denilen yere geldik, burada şifa maksadıyla insanların yararlandıkları kaplıcalar mevcut.
Kaplıcaların caddeye bakan kısmında güzel bir park var, burada Azerbaycan'ın eski Devlet Başkanı Haydar Aliyev'in bir büstü bulunuyor.
Azerbaycan'dan gelen bir otobüs Azeri balası, öğretmenlerinin eşliğinde Aliyev'in büstüne çiçek koyarak görevlerini yaptılar.
Kaplıcaların sağ tarafında eski halı, kilim, antika satan dükkânlar mevcut, bunlardan bir tanesine girdiğimizde, sahibinin Azeri olduğunu anlıyoruz, birbirinden güzel halı ve kilimler hakkında bilgi almamız oldukça kolay oluyor.
Tiflis Botanik Parkı'na bu dükkânların yanındaki dar bir caddeden çıkılıyor.
Kafile yorgun olduğundan, gönüllü birkaç arkadaşla beraber Botanik Parkı'na gitmek için yürümeye devam ediyoruz.
Yol üzerindeki binaların hemen hemen hepsi restore ediliyor, etrafta hummalı bir çalışma göze çarpıyor.
Bu manzaraları gördükçe, birkaç yıl sonra Tiflis?in bu halinden eser kalmayacağı aşikârdır diye konuşuyoruz.
Yolumuzun üzerinde gördüğümüz cami hepimizi heyecanlandırıyor, hemen içeri giriyoruz.
Cami'yi 1811 yılında bu mahalledeki Müslümanlar yaptırmış, zaten evvelce bu mahalle Müslüman mahallesiymiş, şimdi fazlaca bir Müslüman kesim kalmamış.
Cuma Camii ismindeki üç yüz kişilik bu mahzun caminin minaresinden, yalnız Cuma günleri ezan okunuyormuş.
Camiye on yedi senedir baktığını ifade eden Hacı Tehmas isimli Azeri kardeşimizden cami hakkında diğer bilgileri de alıyoruz.
Vakit namazlarında on kişinin devam ettiği cami Cuma günleri tümüyle doluyormuş.
Camiye girişin sol tarafında tavana kadar seramikten yapılmış şömine çok ilgimizi çekiyor.
Farklı bir ısıtma sistemini ilk defa görmemiz hayranlığımızı artırıyor.
Camiden çıkıp biraz yokuş çıktıktan sonra Botanik Parkı'na varıyoruz, yol üzerinde yine inşaat çalışmaları sürüyor, park bakımlı değil ama görülmeğe değer.
Parkın içerisindeki patikalardan geçtikten sonra karşımıza güzel bir şelale çıkıyor, Tortum Şelalesi'ni gören bizler için fazla bir heyecan uyandırmasa da güzel bir doğa harikası diyebilirim.
Botanik Parkı'ndan çıkıp kafileyle buluştuktan sonra, son durağımız olan ressamlar sokağına gidiyoruz.
Cadde üzerinde bir parkın etrafında oluşturulmuş bu pazarda ressamlar resimlerini sergiliyorlar.
Yöresel hediyelik eşyaların satıldığı tezgâhlarda Gürcistan'a ait birkaç hediyelik eşya alıyoruz. 
Parkın kuzeyinde Rus Pazarı dediğimiz ve hepimizin aşina olduğu, seyyarları ve sattıkları malzemeleri görünce hepimizde tatlı bir tebessüm oluşuyor.
Bu sokakta alınacak mallar için sıkı bir pazarlık yapmak gerekiyor, fiyatları indirebiliyorlar.
Tezgâhta duran fevkalade güzel bir faytonun fiyatını çok bulup almadığım için bir hayli pişmanlık duyduğumu da bu arada itiraf edebilirim.
Ressamlar parkındaki dut ağaçlarından nasiplendikten sonra, araçlarımıza binip Kura Nehri'nin kenarından giderek Tiflis'i arkamızda bırakıyoruz.
Gori'ye gelmeden mola verip son bir hazırlığımızı yaptıktan sonra, Haşuri'den geçip Borjomi'ye doğru yöneliyoruz.
Borjomi madensuyu ve termal kaplıcalarıyla ünlü bir yer.
Ahıska'ya doğru yol o kadar güzel manzaralarla dolu ki insanın bu güzellikler karşısında büyülendiğini söyleyebilirim.
Tek tük eski Rus binalarının görüntüleri, akan ırmaklar ve eşsiz yeşillikler arasında yol alıp Ahıska'ya ulaştığımızda, derin bir hayal kırıklığı yaşıyoruz.
Faşist Stalin'in soykırıma uğrattığı Ahıska'da Müslüman Türklerden eser kalmamış.
Bir minare görmeden geçtiğimiz Ahıska'dan sonra, birkaç Ermeni köyünü geçip sınıra geliyoruz.
Gürcü tarafının gümrük binaları oldukça güzel ve bakımlı, rehberimiz Maya ve gürcü şoförlerimizle vedalaşıp, yine kimliklerimizi verip ülkemiz toprağına adım atıyoruz.
Türkgözü Gümrük Kapımızın durumu yürekler acısı, binalar bakımsız, asfalt desen hiç yok.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yakışır bir gümrük kapımızın olması temennisiyle, bizi almaya gelen aracımıza binip, Posof, Damal, Ardahan üzerinden yağan yağmurun altında, Zinnur Tiryaki'nin esprileri eşliğinde Erzurum'a dönüyoruz.
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.