Erzurum Haber Girişi : 10 Şubat 2013 13:00

Herkesin çocuğu var bizim de olsun

Herkesin çocuğu var bizim de olsun
İşte sıradışı bir aşk, acı ve umut hikayesi... Sara ile köksal, 14 yıl önce görür görmez aşık olup evlendi. İlk bebekleri 1 yaşına basmadan öldü.
Erzurumajans-İşte sıradışı bir aşk, acı ve umut hikayesi... Sara ile köksal, 14 yıl önce görür görmez aşık olup evlendi. İlk bebekleri 1 yaşına basmadan öldü. Sonra ikinci, üçüncü, 13'üncü bebekleri... Sara kucağına aldığı 13 yavrusunu da toprağa verdi. Şimdi 14'üncüye hamile... Ama korkusu aynı: Ya yine kaybedersim?

14 yıl önce, görücü usulü karşılaşıp ilk görüşte de âşık olmuş Sara ile Köksal. Aile vermeyince el ele tutuşup kaçmışlar. Aşkla başlayan ve öyle süren evliliklerinde eksikleri ne para, ne ev, ne ellerinden alınan Yeşil Kartları… 13 kez anne-baba olan ama hiçbir bebekleri bir yıldan fazla yaşamayan, üstelik bunun sebebini bir türlü öğrenemeyen Sara ve Köksal “Herkesin çocuğu var, bizim de olsun” diyerek İstanbul’a geldi. İşte çiftin hem göz yaşartan bir yandan da umut veren hikâyesi…

Her şey Erzurum’un Aziziye ilçesine bağlı Başçakmak Köyü’nde yaşayan Sara ve Köksal Bayanka çiftinin hikâyesini minik bir haberde görmemizle başladı. Haberde, bugüne kadar 13 kez doğum yapan Sara Bayanka’nın çocuklarının bir yaşına girmeden öldüğü yazıyordu. Ama eşi Köksal Bayanka, “Eşim geceleri ağlıyor, anne olmayı çok istiyor” diyordu. AKŞAM Hafta Sonu ekibi olarak bu haberden çok etkilendik ve çiftin öyküsünü dinlemek için harekete geçtik. Ama biz onları Erzurum’da ararken İstanbul’da bulduk! İstanbul Bağcılar Medipol Hastanesi yetkilileri de haberden etkilenmiş olacak ki, sorunu bulmak için, çift İstanbul’a davet edilmişti. Bayanka Ailesi’ne ulaştık. Hastanede ziyaret edip ilginç hikâyelerini kendi ağızlarından dinledik.

AMBULANSLA YOLCULUK

Bugüne kadar 13 çocuğunu da kaybeden Erzurumlu Sara ve Köksal çiftinin tedavi için İstanbul’a gelişine bir tesadüf vesile olmuş.
Karlı bir gün köyden şehre yürüyerek inmeye çalışan Köksal Bayanka’nın yardımına yoldan geçen bir ambulans yetişmiş. Yol boyu, laf lafı açmış. Söz dönmüş dolaşmış Bayanka çiftinin bebeklerin ölüm konusuna gelmiş. Ambulans görevlilerinden biri Köksal Bey’in başına gelenleri dinleyince iletişim bilgilerini almış ve ona yardım edeceği sözünü vermiş. Birkaç gün sonra çiftin kapısını Doğan Haber Ajansı yetkilileri çalmış. Biz de Akşam Hafta Sonu ekibi olarak çifte ulaşmak için Erzurum’a gitmeye çalışırken, sonrası malum... Dinledikçe insanı derinden etkileyen çiftin hikâyesi İstanbul’dan birçok kişi yardım elini uzatmış. Çiftin tüm hastane masraflarını karşılamayı üstlenen İstanbul Bağcılar Medipol Hastanesi yetkilileri Bayanka Ailesi’ni davet etmiş. Şimdi aile İstanbul’da; tanıdıklarının yanında misafir ediliyor. “Maddi imkânımız olmadığı için şimdiye kadar kimse bizimle ilgilenip yol göstermemişti” diyor Köksal Bey.

HASTANEDE BULUŞUYORUZ

Sabahın erken saati, hastanede buluşacağız. Bayanka çiftini bekliyoruz. Heyecanlıyım, tedirginim.

Ben de anneyim. Bilirim evladın ateşi bile çıksa anne yüreğinin nasıl acıdığını. Nasıl dünyanın dar geldiğini. Kızım 3 yaşındayken, lösemi kuşkusuyla hastanede yattığı günler aklıma düşüyor. Doktorun; “Tahlilleri yaptırın yarım saat içinde kızınızın lösemi olup olmadığını öğrenelim” deyişi kulaklarımda hâlâ. Kendimi yerden yere atıp çığlık çığlığa ağladığım anlar gözümün önünde... Zaman geçmiyor. Bekleyiş sürüyor. Nihayet ailenin hastaneye geldiği bilgisi ulaşıyor. Sara ve Köksal Bayanka çiftinin yanına gidiyoruz.

Herkes heyecanlı, tedirgin, birbirine bakıyor. Sara önce gözlerini kaçırıyor. İlk kez İstanbul’a gelmiş. Ve karşısında hiç tanımadığı biri. İçimden ona sarılmak geliyor, kendimi tutuyorum. Ama biliyorum ki kadın kadına konuştuğumuzda anlayacağız birbirimizin halinden... Önce iki aylık hamile olan Sara’nın kan tahlillerini yaptırmasını bekliyoruz. O esnada Köksal Bayanka’yla konuşuyoruz.

“RECEP AKDAĞ DOKTORUMUZDU”


Elinde hastane raporları var. “Bakın” diyor “Hiçbir şey anlaşılmıyor. İstediğimiz bilgileri Kars’taki hastane göndermedi. Niye bizi cevapsız bırakıyorlar?”
Raporlara bakıyorum, okumak ne mümkün! Üstelik ölen bebeklerin tedavisine ilişkin hiçbir bilgi yok! Baba Köksal’la konuştuğumuzda çiftin ilki kız olan bebeklerinin doktorunun önceki Sağlık Bakanı Recep Akdağ olduğunu öğreniyoruz.
Köksal Bey anlatmaya başlıyor: “Recep Akdağ bile çocuğumuzun hastalığına teşhis koyamadı. Anlayamadı ne olduğunu. Öyle diyor. Hayatında böyle bir vakayla karşılaşmamış. Ama umudumuzu kesmedik. Yılmadık. Kimi evlat belası, kimi evlat yokluğu çeker. Ama takdiriilâhî, Allah’tan umut kesilmez. Bakalım.”

BARİ OTOPSİ YAPIN!

Normal süresinde, normal hamilelik koşullarında, sağlıklı doğan bebekler kimi 6 ay, kimi 9 ay olmadan neden ölüyordu? Peki, hastane yetkilileri bebeklerin ölüm sebebini nasıl açıklıyordu? Köksal Bey yılgın bir ifadeyle “Hiçbir zaman doğru bilgi alamadık. Ateş ve titremeyle çocuğumuzu hastaneye götürüyorduk. “Ya kalpten, ya beyinden” diyorlardı. Anlayamadık. İlaç bile vermeden eve gönderiyorlardı. Biz ne bilelim, cahiliz, ne derlerse inanıyorduk. Bize başka yol da göstermediler” diyor.
Dinlerken öfkeleniyorum, diyecek bir şey yok!
Bugüne kadar doktorlardan hiçbir açıklayıcı bilgi alamayan Köksal Bey, geçen yıl bir yaşını doldurmasına iki gün kala ölen 13’üncü bebeklerinin başına gelenleri anlatıyor. “Çocuğumuzu hastaneden eve getirdik. Yine ‘Bir şeyi yok’ demişlerdi. Bir umut eve gelmiştik; ‘Geçer, nazardır’ demiştik. Annesi oğlumuzu yatağına koyup mutfağa gitti. Biberonuyla döndüğünde cansız bedeni beşikte yatıyordu.”
İşte o an dayanamamış Köksal Bey, ölmüş bebeğini kucağına aldığı gibi hastanenin yolunu tutmuş. Hastane koridorlarında, kollarında bebeğinin cansız bedeni, yetkililerin kapısını çalmış. Yalvarmış, yakarmış. “Ne olur otopsi yapın, bari ne olduğunu bilelim!” Dinledikçe ‘insanlıklarından’ şüphe ettiğim hastane yetkilileri, bu acılı babanın karşısında duvar olmuş. Taş kesilmiş... İsteği geri çevrilmiş...

GÜNDÜZ KONUŞTUK, GECE KAÇTIK

Tam bu esnada Sara, hastane yetkilisiyle yanımıza geliyor. Köksal Bey hemen ayağa kalkıp eşinin yanına gidiyor. Önce fotoğraf çekimi için dışarı çıkıyoruz. 15 yıllık evli çift, yan yana fotoğrafları çekilirken bile birbirlerinden utanıyor. Sara başını eğip gülüyor. Fotoğraf muhabirimiz Uygar Taylan’ın ısrarları sonucu Bayanka çiftini elele fotoğraflayabiliyoruz...
Çekim bitiyor.
Nihayet Sara’yla baş başayız.
Dinledikçe şahit olduğum, birbirine sevdalı Sara’yla Köksal’ın tanışma hikâyelerini öğrenmek istiyorum önce.
Sara eşine bakıyor, ondan anlat işareti gelince başlıyor konuşmaya: “Birbirimizi görüyorduk ama köy yeri işte, öyle yanına gidip konuşmak olmaz. Görücü usulü oldu bizimki. Komşular araya girdi de beni istemeye geldiler. Ama annem istemedi, vermedi beni. Biz de kaçtık.” İşte bu esnada gülmeye başlıyoruz. Köksal Bey mahçup tavırla söze giriyor: “Maddi durumum iyi değil tabii. İnşaatta çalışıyorum. Yazın iş oluyorsa kışın olmuyor. Ne yapalım” diyor. Hemen nasıl kaçtıklarını soruyorum heyecanla. Sara rahatlamış bir ifadeyle ve olağan bir şeyden söz eder gibi “Gündüz anlaştık, gece kaçtık” diye cevap veriyor.
Sizi aramadılar mı? Korkmadınız mı hiç?
“Yok, bir şey demediler. Niye korkayım ki. Bu güzel adam kaçar mı? Ondan daha yakışıklısını nereden bulurum? Kurban olurum ona. Düğün yaptık, sonra da ailemiz bizimle barıştı” diyerek iyice havayı yumuşatıyor.

“YAŞASIN DA ADI ÖNEMLİ DEĞİL”

Sara eşine olan sevgisini anlatırken Köksal Bey memnun, yüzü gülüyor ve sözü devralıyor: “Bana ‘Başka kadınla evlen. Senin de çocuğun olsun’ diyor. Olur mu öyle şey? Ben başkasından çocuk istemem, olursa ondan olsun.”
Tedirginim ama şimdi tam da zamanı diye düşünüp bebekleri soruyorum. Öncesini, şimdiyi... Sara’nın gülen yüzü bir anda ciddileşiyor ve anlatmaya başlıyor:
“Çok üzüldüm, çok ağladım. Kimse ne olduğunu söylemedi. 13’üncü bebeğimizdi Yavuz Selim; birinci yaşını kutlayacaktık. İki gün vardı yaş gününe ama o da öldü. Herkesin, komşumun, kızkardeşlerimin çocuğu var, benim de olsun. Bize anne, baba desin. İnşallah hayrını görürüz.”

“İnşallah bu sefer sağlıkla dünyaya getirirsin çocuğunu, bak emin ellerdesin” deyince “Allah nasip ederse ben de anne olacağım. İnşallah buradaki doktorlar derdimize derman olacak” diyor.

O esnada evlerinde konuk olarak kaldıkları hemşehrisi Nermin Hanım araya giriyor ve “Kız olursa benim adımı, oğlan olursa da Enes koyacağız” diyor. Ben de isim hakkı annenindir deyince Sara yine gülen yüzüyle “Öncekilerin isimlerini amcamlar koymuştu. Sağlıklı olsun da, isim fark etmez” diyor. Sara’nın adının ve soyadının anlamını merak ediyorum. Adının Hz. Fatma’nın annesi Sarı Hanım’dan geldiğini, soyadının ise sarayda padişaha muhafızlık yapan kişi anlamına geldiğini söylüyor... Sara’ya “Bir başka çocuğun daha olsun istiyor musun?” diye sorunca “Bir çocuğum olsun başka istemem. Yeter ki hayırlı evlat olsun” diye cevap veriyor. Peki Sara, Başbakan’ın üç çocuk çağrısı için ne düşünüyordu? “Ölen çocuklarımın çaresini bulamadılar. Bize çare olacak iyi bir hekim istiyoruz. Üç çocuk diyorlar ama inşallah bu sağlıklı olur. Nasıl bakacağız üç çocuğa? Yeşil kartımız da iptal oldu. Komşulardan para toplayıp geldik. Burada ne kadar kalacağımız belli değil. Misafirlikte öyle çok kalınmıyor ki. İnşallah bizimle ilgilenirler” diye dileklerini belirten Sara, “İstanbul ucuz mu? Çocuk kıyafetleri buluruz değil mi?” diye sorunca “En güzelini buluruz, sen merak etme” diyorum...

“MEZARDA AĞLAMAM”

Sıkça komşu ziyaretleri yaptıklarını söyleyen Sara, “İşim de yok, birbirimize gider geliriz. Öyle çok yapacak bir şeyimiz yok” diye anlatıyor köyde geçen günlerini. Söz yine bebeklere geliyor; her hafta cuma günü ölen bebeklerinin mezarlarını ziyaret etmeyi ihmal etmediğini anlatıyor Sara. Nedense, mezar başında feryat eden bir kadın hayal ediyorum. Ölenlerin ardından ağlanır ya. Ancak o dik duruşuyla anlattıkça şaşırıyorum. Yine de soruyorum “Hiç mi ağlamıyorsun, nasıl tutuyorsun kendini?”
“Ağlamam. Çocukların arkasından ağlamaz. Onlar melek oldu. Ağlarsam bütün günahlar çocuklarıma yazılır. Hem çocuklarım ‘Anne bizi burada rahatsız bırakma’ derler...”
Bu son sözlerden sonra başka bir şey konuşmuyoruz. Bir süre sessizliği paylaşıyoruz. O sırada hastane yetkilisi Sara’yı diğer tahliller için yanımızdan alıyor. Sarılıyoruz birbirimize helalleşip iyi dileklerle uğurluyoruz. Sonra Sara’nın yeni doğacak bebeğinin kalp kontrollerini takip edecek çocuk kardiyolojisi doktoru Volkan Tuzcu’nun yanına gidiyoruz...

DR. VOLKAN TUZCU: SORUN KALPTEN  OLABİLİR


“Ani ölümlerde kalp ritmi bozuklukları en sık sebeplerden biri. Ellerinde hiçbir raporları olmadan geldiler. Bugün elimize ulaşan birtakım raporlar var ama Erzurum’daki Üniversite Hastanesi bilgi vermiyor. Bu durum bize genetik bir rahatsızlık olduğunu gösteriyor. ‘Kalp rahatsızlığı’ bile diyemiyorum çünkü elimde buna dair bir bilgi yok. Annenin de birkaç kardeşi aniden ölmüş. Bu çiftimiz de kasılma şikâyetleriyle hastaneye gittiğinde ilaç vermeden aileyi gönderiyorlarmış. Başka şehre gitmek istediklerinde de gerek olmadığı söylenmiş. Şimdi Sara Hanım 14’üncü çocuğuna iki aylık hamile. Elimizde ölen bebeklere ait bilgiler olsaydı annenin karnından sıvı alıp hangi hastalıkların olduğunu öğrenebilirdik. Biz de sıfırdan başlıyoruz. Nadir görülen bir hastalık olabilir ve bulamayabiliriz. Neye bakacağımızın en iyi yolu önceki tedavilere bakmaktır. Ailede ani ölümler oluyorsa çoğu kalple ilgili genetik sebeplerden kaynaklanır. Beyinden de kaynaklanabilir. O kadar çok cins ve nadir hastalıklar var ki. Halbuki çocukların çekilmiş EKG’si olsa daha kolay bir tespit yapabilir, hastalığın genetik teşhisini yapabiliriz. 14. çocuk için elimizden geleni yapacağız ama işimiz zor görünüyor. Çocuk doğana kadar yakından takip edeceğiz.” 
SİBEL ATEŞ YENGİN
[email protected]
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.