İhsan Coşkun Atılcan'ın ardından

Resmi bilgiler, il sınırları dahilinde yaşayan Erzurumluların 1.5 katı kadar bir hemşehri nüfusumuzun Erzurum dışında yaşadığını göstermektedir.
İklim şartları, sosyal hayatın yetersizliği, homojen yapı, ekonomik sıkıntılar, istihdam azlığı gibi nedenlerden dolayı, Erzurumlular uzun yıllardan beri şehirlerini terk etmektedirler.
Göçü tetikleyen bu faktörlerin yanında "Eğer yoksa nağmeni takdir edecek guş / İsraf-ı nefes eyleme, terk-i diyar et" mısralarının altında yatan gerçeğin de payı yok diyemeyiz.
Ülkenin dört bir yanına taşınan hemşehrilerimizin büyük çoğunluğu İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa ve Kocaeli gibi illerde yaşamaktadırlar.
Bu yoğun taşınma trafiğinden dolayı Erzurum, ülke genelinde Yozgat ve Tokat gibi illerden sonra toprağında insanını tutamayan illerin başında gelmektedir.
Böyle bir gidişatın şehirde ne gibi travmalara yol açtığını, ne gidenlerin, ne de şehirde yaşayanların büyük bir kısmının anladığını söylemek bir hayli zor.  
Şehir adına vicdani sorumluluk taşıyanların hissedebildikleri bu durumun faturasını gidenlere yüklemek, elbette ki insaflı bir yaklaşım değildir.
Göç edenlerin büyük bir kısmının geri dönmemek düşüncesinde olmaları ise, işin vahim tarafıdır.
İçinde bulunduğumuz şartlar ve ülke gerçekleri, tersine bir göçün yaşanmasını şimdilik mümkün kılmamaktadır.
Bu hakikatler karşısında yapılacak iş, il dışında yaşayan Erzurumluların şehre olan aidiyet duygularını canlı tutacak yol ve metotlar oluşturmaktır.
Zira göç; "Geriye dönüş bileti olmayan bir yolculuktur" diye tarif edilmektedir.
Dinamiklerini harekâta geçiremeyen, insanını toprağında tutabilecek eylem plânlarını üretemeyen şehirlerin kaderlerinde göç gerçeği hep olacaktır.
Kamyonların sırtında giden eşyalarla birlikte, sandık diplerindeki sararmış fotoğraflar, özenle saklanmış hatır soran mektuplar, büyüklerden aktarılan toplumsal hafıza, mahalle ve sokaklarda yaşanmış hayatların izleri de göç etmiştir.
Her yerli mahallenin geçmişine ait bir profili çıkartıldığında, şehir kültürü adına nelerin kaybedildiği daha net anlaşılmaktadır.
Gün geçmiyor ki bir veda telefonu veya ziyaretiyle bu üzücü tabloyla karşı karşıya kalmayalım.
Bu tablo karşısında yarın ben veya çocuklarımda mı? diye bir soruyu da kendimize sormadan edemiyoruz.
Yakından bildiğim Mumcu Mahallesi'nin dünü ve bugünü ile ilgili bir tespitten yola çıkarak, şehir geneli hakkında bir yorum yapabiliriz.
Ankara Sokak'ta evi bulunan Baro Başkanı Abdulkadir Eryurt Bey tarzında bir şahsiyeti, ne yazık ki bu civarlarda gözümüz çok aramaktadır.
Erzurum'un kültür hayatın da önemli yerleri olan Hulusi Seven ve İhsan Coşkun Atılcan Hoca'mız da Mumcu Mahallesi'nin mukimlerindendiler.
Yüksek apartmanların işgal ettiği Mumcu Mahallesi'nin, artan nüfusuna rağmen bir Hulusi Seven'i veya bir İhsan Coşkun Atılcan'ı çıkarması oldukça zor görünmektedir.
Göç kervanlarıyla birlikte şehrin köşe taşlarının da yerinden söküldüğüne şahit olmaktayız.
İşte bu köşe taşlarından birisi de hiç kuşkusuz İhsan Coşkun Atılcan'dı.
Kara sevdaya tutulduğu Erzurum'dan "Kaderin ve ilahi tecellinin insan iradesini bir kez daha mağlup ettiğini gördüm" diyerek ayrılmıştı.
Ressam, şair, müzisyen ve yazarlık gibi yetenekleri olan ve Erzurum kültürü üzerine fedakâr çalışmalarıyla tanınan Atılcan Hoca, Erzurum Ağzı Halk Deyimleri ve Folklor Sözlüğü, Erzurum Barları ve Yöresel Giysileri, Erzurum Fıkraları, Erzurum Üstüne Şiirler ve Seçme Yazılar isimli kitapları ile gönüllere taht kurmuş numune-i misal bir kişilikti.
Erzurum Lisesi'nin mezuniyet törenlerini "Geleneksel Ayran Aşı" etkinliklerine dönüştürecek kadar şehrin kültür dünyasıyla ilgilenen bir büyüğümüzdü.
Geçen hafta İhsan Coşkun Atılcan'ın oğlu Muhammet Atılcan, kendi hazırladığı "Erzurumlu İhsan Coşkun Atılcan Armağanı" isimli kitabını tanıtmak ve sıla-ı rahimde bulunmak için dayısı ile beraber Erzurum'a gelmişler ve kendileriyle görüşme imkânımız olmuştu.
Erzurum kültürünün yaşatılması konusundaki gayretleriyle tanıdığımız Hami Akbaba'nın, Perşembe günü kitabın tanıtımı için Otel Polat'ın teras katını hazırlaması ile birlikte, bize de İhsan Coşkun Atılcan'ı tanıyan ve bilen yakın çevremizi davet etmek kalmıştı.
Kandil Günü olması şehirdeki ilgisizlik endişelerimizi artırsa da salonda beklenenin üzerinde bir yoğunluğun oluşması hem bizi, hem de Muhammet Atılcan'ı rahatlatmıştı.
Muhammet Atılcan babası ile ilgili ön bilgiler verip, kitap hakkında çok güzel bir sunum yaptı.
İhsan Coşkun Atılca'ın el sallarken çekilmiş büyük bir fotoğrafını gösterip, "Babam hepinize en derin selamlarını sunuyor" derken, bizler de selama mukabelede bulunduk.
M. Atılcan babası ile ilgili bir anekdotu anlatırken, konunun muhatabının Hamit Yavuzer olduğunu öğrenmesi güzel bir sürpriz oldu.
İ. Coşkun Atılcan'ın Hocası Zeki Mengenecioğlu'nun mahdumu Ziya Bey'in de bu tanıtımda olması, toplantının bir başka sürpriziydi.
Muhammet Atılcan sözlerini, Yunus'un; "Biz bu dünyadan gider olduk / Kalanlara selam olsun / Bizim için hayır dua / Kılanlara selam olsun / Ecel büke belimizi / Söyletmeye dilimizi / Hasta iken halimizi / Soranlara selam olsun." mısraları ile tamamlarken, hepimizi derin bir hüzün kaplamıştı.
Bu tablo, sanki de Reyhanî'nin; "İnsan ömrü kar'a benzer, Erimekten kurtulamaz" mısralarını teyit eder gibiydi.
Er-Vak tarafından İhsan Coşkun Atılcan Hoca'ya verilmek üzere hazırlanan plaketi takdimimden sonra, tanıtım toplantısı koyu muhabbetlerin ardından sona ermişti.
Birkaç saat sonra İhsan Coşkun Atılcan Hoca'nın yoğun bakıma yatırıldığı haberini alınca, bayağı müteessir olmuştuk.
Ertesi gün, Erzurum sevdalısı, yaşayan en büyük barbaşının vefatını öğrendiğimizde, "Bu feleğin işlerine akıl ermiyor" demeden kendimizi alamadık.
Bu toplantı, bir kitap tanıtımından ziyade, İhsan Coşkun Hoca'yı anma, onu hatırlama, sanki de bir veda toplantısıydı.
Muhammet Atılcan'ın hazırladığı kitap ise, İhsan Coşkun Atılcan'ın Erzurum'a sunduğu en son armağanı olmuştu.
İhsan Coşkun Hoca takdim ettiğim plaketi alamamıştı, ama ona bir Erzurumlu olarak son plaketi sunmanın gururunu ve bu mümtaz dadaşın aramızdan ayrılışının hüznünü bir arada yaşadığımı ifade edebilirim.
"Erzurum da kalbim kalıyor" diye gitmiş, Erzurum'dan asla kopmamıştı.
"Keşke kabiliyetlerimin filizlerine gıda veren sevgili Erzurum, bana mezar olsaydı" demişti, ama kader yine tecelli etmiş, İstanbul'a defnedilmek nasibi olmuştu.
Bıraktığı eserlerle, Çayname, Hasretname, Hıngelname, Kilername, Seyirname, Çortutunameyle hafızalarımızda her zaman yaşayacak olan kültür elçimiz, değerli büyüğümüz, dadaşların ağabeyisini rahmetle anıyor, kendisine Allah'tan rahmet diliyoruz.
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.