Sen Petersburg izlenimleri-2

Bugün 11 Ağustos Pazar.
Gece, günün yorgunluğunu atıp sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra, bize şehri gezdirecek olan rehberimiz Alexandra ile tanışıyoruz.
Alexandra; hanımefendiliği, sempatikliği, zekâsı, güzelliği, akıcı Türkçesi ve bilgisi ile hepimizde hayranlık uyandırıyor.

Türkoloji mezunu olan Alexandra, akademik hayatını Yardımcı Doçent olarak sürdürüyormuş.
1877 ? 1878 Osmanlı ? Rus Savaşı'nda subay olarak Edirne'ye gelen ve oradan İstanbul'a geçen Alexandra'nın dedesi, tanıştığı bir Türk kızına âşık olmuş, neticede bu kızı alarak Rusya'ya getirmiş ve evlenmişler.
Otelimizin önünde İkinci Dünya Savaşı için yapılmış bir müze ve anıt bulunuyor, burasını bilahare gezeriz diye düşünüyoruz.
Moskova Caddesi'nden geçerken sağımızda belediye binasını ve binanın önünde eli ile işaret yapan Lenin Heykeli'ni görüyoruz.

Devrim bu şehirde başladığı için Lenin bu şehre oldukça önem vermiş, hatta bir ara Sen Petersburg başkent olmuş, şehrin ismi 1924'de Leningrad olarak değiştirilmiş.
1991 yılında SSCB dağılınca burada referandum yapılmış ve şehrin ismi tekrar Sen Petersburg olarak yeniden değiştirilmiş.
Rus devriminin efsane ismi Lenin'le ilgili burada birçok hikâye duyabiliyorsunuz.
Lenin bir trene binmiş gidiyorken tren yolu bitmiş, duruma el koyan Lenin; "Hep beraber yenisini yapalım." diyerek kararlılığını göstermiş.
Sert lider olarak bilinen Stalin de böyle bir trene binmiş ve yol bittiğinde etrafındakilere: "Treni omzunuza alın ve devam edin." diye emir vermiş.
Böyle bir pozisyonda Brejnev ise "Madem yol bitti, kapıları kapatın gidiyormuş gibi yapalım." demiş, bu üç anekdot Rusya'yı idare eden üç liderin farkını ortaya koyan örnekler olarak halk arasında anlatılıyormuş.
Lenin öldükten sonra onu cehenneme koymuşlar, devrimci ruhu olan Lenin burada isyan çıkarmış, bakmışlar ki bu rahat durmayacak onu almış cennete koymuşlar.
Cennetteki durumu gören Lenin, bu seferde cehennemliklerin içinde bulundukları durum için isyan başlatmış, neticede bakmışlar ki olmuyor, Lenin'i Tanrı'nın yanına çıkarmışlar.
Tanrıya; "Biz bu sorunu çözemedik ve bu adamı size getirdik." deyip, Lenin'i bırakıp gitmişler.
Aradan bir zaman geçmiş, bakmışlar ki ses seda yok, yedi gün sonra gidip "Soralım demişler." ve "Ey tanrımız, merak ettik." demişler, Tanrı'da onlara "Artık Tanrı demeyeceksiniz, bundan sonra yoldaş var." diye cevap vermiş.
Dünyada en fazla ziyaret edilen şehirler arasında yedinci olan Sen Petersburg, sanayisi bakımından da beşinci sırada yer almaktaymış.
Sen Petersburg'da elektronik fabrikasından tutun da tank fabrikasına kadar çeşitli üretim yapan 300 fabrika bulunuyormuş.
Sen Petersburg'da bulunan 140 metre derinlikteki metro ise dünyanın en derin metrosu olarak ün yapmış.
Fıskiyeler Nehri'nden geçiyoruz, sol tarafımızda büyük bir meydan var, simetrik binalarla dolu olan Rossi Caddesi kartpostal gibi duruyor.
Rehberimiz bize dünyanın en ünlü bale okulunu gösteriyor ve dünyanın en iyi dansçılarının bu okuldan mezun olduğunu söylüyor.
Sen Petersburg'un ve Rusya'nın en görkemli caddesi olan Nevski Caddesi'ne geliyoruz.
Nevski "Çamur" anlamına gelmekteymiş, ama caddede temizlikten ve ihtişamdan başka hiçbir şey göremiyorsunuz.
Solda Rus Milli Kütüphanesi'ni, Puşkin Edebiyat Kafesi'ni, Bulaşık Nehri'ni, Straganagov Sarayı'nı, Kazan Katedrali'ni, Katerina Heykeli'ni, Eski Çarşı denilen sarı boyalı alışveriş merkezini bir kez daha görüyoruz.
Singer Dikiş Makineleri'nin satıldığı binadan yürüyüp sağa dönünce, II. Çar'ın suikasta uğradığı mozaikleri ile ünlü Kanlı Kilise'yi görüyoruz.

Sen Petersburg kültür şehri olarak biliniyor.
Şehirde 100'den fazla tiyatro, 100'den fazla müze, 5 opera ve bale tiyatrosu, 10.000'den fazla kütüphane ve 10.000'den fazla sergi salonu ve 200 üniversitenin olduğunu duyunca, kültür şehri olmak öyle de kolay bir iş değilmiş diye içimizden geçiriyoruz.
Sen Petersburg'da ikinci günümüz.
Dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Hermitage Müzesi'ni gezmek için yoldayız.

Alexandra yol güzergâhımız üzerindeki önemli yerleri kendisine özgü anlatım tarzı ile bize bir defa daha izah ediyor.
Sabahın yine erken saatleri, hafif yağmur yağıyor.
Müzenin önünde yoğun bir kalabalığın olmaması için dua ediyoruz.
Anlatılanlara göre Rusya, dünyada en fazla turist alan ülkelerden olmasına rağmen, turizmi fazla önemsemiyormuş.
Ruslar zenginliklerinin o kadar fazla olduğunu, bundan dolayı turizmden gelecek paranın bu zenginlikler yanında çok zayıf kalacağını söylüyorlarmış.
Yani ekonomik politikalarında turizm fazla bir önem taşımıyormuş.
Rusya gezimiz sırasında her yerde kalabalık turist kafilelerini görünce, "Ruslar bir de turizmi öncelikli model olarak düşünseler, acaba rakamlar nereye varır" diye düşünüyoruz.
Hermitage Müzesi'nin önünde, yağmurdan olsa gerek fazla bir kalabalık yok, biletlerimizi alıp hemen içeri giriyoruz.
Muhteşem bir görüntüsü olan binadan içeri girince, zaten farklılık hemen göze çarpıyor.
İlk önce kraliçenin kışlık sarayı olan bu yerde, daha sonraları ilave edilen saraylarla birlikte beş saray bulunuyor.
Bu sarayların birleşmesi ile Hermitage Müzesi oluşturulmuş.
Hermitage "İnziva" manasına geliyormuş, kraliçe inzivaya çekilmek için bu kışlık sarayı yaptırmış, daha sonra burası zaman içerisinde müzeye dönüştürülmüş.
Üç milyon eserin bulunduğu müze 1050 salondan oluşuyormuş.

Tüm eserleri görmek isteyen bir kişi, müzeyi on yılda ancak gezebilme şansına sahipmiş.
Ekibimizle birlikte müzeyi görünce kendimizden geçiyoruz, adeta büyülenmiş gibi eserlere bakıyoruz.
Hangi salondan geçsek bir başka güzel eserle karşı karşıya kalıyoruz.
Leonardo da Vinci, Van Gogh, Picasso, Rembrant gibi dünyanın en ünlü sanatçılarının eserlerini görünce, bu eserleri gözünü kırpmadan satın alarak getiren kraliçeye insanlık adına minnet duyuyoruz.
Dört saate yakın gezdiğimiz müzede adeta şok oluyoruz.
Bir müze bu kadar mı mükemmel olur diye aramızda hayranlıkla tartışıyoruz.
Sarayların arasında kraliçenin kışlık bahçesi ise estetiğin bir başka örneği olarak göz kamaştırıyor.
Müzenin ön tarafındaki bahçede tek parça halindeki 600 ton ağırlığı olan granit sütun ise görülmeğe değer bir güzellik sunuyor.
Hermitage Müzesi'nden ayrıldıktan sonra, hafif şekilde yağan yağmurun altında ıslanarak gittiğimiz kıyıdan tekneye binerek Sen Petersburg'daki nehir turumuza başlıyoruz.
Teknede gurubumuzun dışında birkaç turistten başka kimse yok.
Her zaman olduğu gibi Alexandra tüm detayları ile bizi bilgilendiriyor.
Araçla veya yaya olarak gezdiğimiz Sen Petersburg'u bir de nehir turuyla seyretmek bir başka haz veriyor.
Neva Nehri'nde süzülen teknemizde etrafı seyrederken, sanat eserleri ile ilgili bir belgeseli izlemiş gibi oluyoruz.
Neva, çamur manasına geliyor olsa da nehir pırıl pırıl akıyor, Fıskiye Nehri'nden geçiyor ve zamanında Osmanlı Devleti'nin Elçilik olarak kullandığı binayı görüyoruz.
Maça Kızı Operası'nın bir sahnesinin bu kanalın sularında olduğunu, yine rehberimizin aktarımıyla öğreniyoruz.
Solda Makaroba denilen Deniz Akademisi'ni hayranlıkla izliyoruz.
Tekne turu esnasında Aleksandra'nın komünist dönemine ait anlattıklarını ilgi ile dinliyoruz.
Yaşlılar komünizm dönemini özlüyorlarmış, 50 ? 60 yaş grubunun böyle bir özlemi yokmuş, gençler ise zaten bu konudan habersizlermiş.
Sakız, plastik poşet ve kot pantolon komünizm döneminde insanların en çok aradıkları şeylermiş.
Eline sakız geçen bir delikanlının onu iyice çiğnedikten sonra sevgilisine ikram etmesi, çok büyük bir ikrama geçiyormuş.
Tekne gezisinden sonra Nevsky Caddesi'ne tekrar gelip karnımızı doyurduktan sonra, Singer Mağazası'nın bulunduğu kitapçıyı dolaşıp, köşede bulunan metroya binip otelimize geliyoruz.
Fotoğraf makinemize hafıza kartı almak için fotoğrafçı ararken, bir taksinin başında Türkçe konuşan üç kişiye rastlıyoruz.
Azeri olan bu arkadaşlardan fotoğrafçının yerini öğrenip hafıza kartı alıyoruz.
Yolumuzun üzerindeki bir eczaneye uğrayıp, buradaki eczane kurulumu hakkında bir gözlem yapıyoruz.
Bir pasaja girer gibi eczanenin ana kapısından giriliyor, daha sonra içeride birkaç bölümle ilgili kapılar bulunuyor.
İlk etapta buranın birkaç dükkân olduğu izlenimi oluşsa da her bölümün bir eczaneye ait olduğu anlaşılıyor.
Yani bizim eczaneler gibi müşterinin oturacağı yerler yok.
Etrafta Çinli bir hayli fazla, hatta burada birde Çin Mahallesi bulunuyormuş, ama mahallede şimdi fazla Çinli yokmuş.
Ortalama gelir düzeyinin 800 Euro olduğu Sen Petersburg'da, daire fiyatları bize bir hayli yüksek geldi.
Öyle ki 100m2 bir apartman dairesi 600.000 ile 800.000 $ arasındaymış.
Katarina ismi Rusya'da oldukça saygın bir yere sahip.
En büyük emellerinden biri İstanbul'u almak olan Katarina, torununa Konstantin ismini vermiş ve gördüğümüz yerler arasında Konstantin Sarayı da bulunuyor.
İkinci Dünya Savaşı'nda zarar gören bu saray Putin tarafından restore edilmiş.
Şu anda Putin'in Yazlık Sarayı olarak kullanılan bu muhteşem saray da Putin ve Busch buluşması olmuş, G 8 Zirvesi burada yapılmış.
DEVAM EDECEK...
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.