Şimdi sıra Reyhani'yi asmakta!

Erzurum’da münteşir bir aylık dergi son sayısında öyle bir hataya imza attı ki, insanın kanını donduracak cinsten bir hata…

Güya Reyhani’nin oğlu, (merhum Yüksel Reyhani) babasını dövmüş ve babası da taa 1970’li yıllarda o dönemki çırağı için kaleme aldığı şiiri, oğlu için yazmıştı.

Külliyen yalan, külliyen yanlış…

Zira, o beddua şiiri 70’li yıllarda yazılmış ve o şekliyle kayıtlara bile geçmiş.

Hakikat bu olmasına rağmen, pusulasını şaşıran o dergi öyle bir çarpıtmış ki meseleyi sanki Reyhani o bedduayı bir kaza sonucu çok sonradan ölen oğlu Yüksel için yazmış…

Geçen hafta Reyhani Usta’nın Bursa’da yaşayan kızı Yasemin Hanım aradı beni.

Ağlıyordu, yüreğine çöreklenen hicran öylesine yakıcıydı ki, sesinde sanki bir volkan patlıyordu.

“Mehmet Bey” dedi. “Bu nasıl bir şehirdir böyle? Babam Erzurum için çırpınıp durduğu halde Erzurum babama böylesine haksızlık ediyor.”

Haklıydı…

Tepkisi de yerli yerindeydi, sitemi de…

Fakat neylersiniz ki Yasemin Hanım Erzurum’da sürü tersine dönmüş bir oyun…

Şu talihsizliğe bakar mısınız?

“Reyhani kimdir?” diye sorsanız, hakkında bir paragraflık laf edemeyecek çapsızlar, oturmuş Reyhani için “dosya” hazırlamışlar!

Yasemin Hanım, neylersiniz ki sözün  bittiği yerdeyiz.

Biz Reyhani Usta’yı tanıdığımız kadar, çok genç yaşta hayatını bir kaza sonucu yitiren oğlu Yüksel’i de iyi tanıdık. Arkadaşımızdı, mahalle komşumuzdu, yoldaşımızdı.

Reyhani Usta’nın ümit ettiği bir hayatı yaşamadı belki ama asla babasına asi bir evlat da olmadı.

Yüksel, bohem bir hayat yaşadı ve yaşadığı gibi de öldü.

Ama Reyhani oğluna dair asla müşteki olmadı, oğlu da babasına hiçbir zaman isyan etmedi…

Yasemin Hanım telefonun öteki ucunda ağlıyordu; bir büyük sanatkarın kızı olarak… Ama o acizliğinden çaresizliğinden ağlamıyordu, O, bir büyük ustanın kızı olarak Erzurum’da babasının özellikle “yanlış” biçimde takdim edilmesine  isyan ediyordu.

Sustum ve sadece dinledim…

O konuşurken, ben Reyhani ile aramızdaki ilişkiyi gözden geçirdim.

Ve kendi kendime söylendim:

Reyhani, iyi ki bu günleri yaşayıp görmedin, iyi ki bu alçaklığa yaralı yüreğini tanık etmedin.”

İyi ki be usta sen gittin…

Yasemin, derginin editörünü telefonla arayıp bu bilginin baştan sona yanlış olduğunu söylemiş ve haksızlığa itiraz etmiş.

Sıkı durun söyleyeyim. O derginin çok büyük editörü telefonun öteki ucundaki Yasemin Hanım’a öyle bir hakaret etmiş ve öyle bir bağırmış kı, final cümlesi de şu olmuş:

“Hangi mahkemeye gidersen git, biz büyük bir şirketiz gerekirse tazminat öderiz. Kimin umurunda”

Vah… vah…

Erzurum sen bu hallere de mi düşecektin?

Yasemin Hanım’ı sakinleştirmek çok zor oldu.

Üzüldüm…

Küçük bir teselli olur mu bilmem ama geçen sene kaleme aldığım şu yazıyı hem rahmetli Reyhani’ye hem de yüreği kanayan kızı Yasemin’e armağan ediyorum.

En azından bu şehirde hala pusulası şaşmayan bir şeylerin olduğunu anlatmak adına…

Ah Reyhani usta ah, ne de çok özledik seni…

"Zaman böyle kalmaz sezerler beni" demesine demiştin de… Bu deli gönüle söz geçmiyor işte…

Hoş biliyoruz ki, bugün olmasa yarın, yarın olmasa başka gün; ama sezecekler seni mutlaka…

Çünkü sen Anadolu'nun sessiz bir çığlığı ve gurbet kuşunun hasret kokususun…

Çünkü sen susmuş mahzun bir dilsin.Ey büyük usta; biz seni zaten sezmiştik ve biz senin dizelerinle sevmiştik senden olanları...…

Keşke bırakıp gitmeseydin bizleri ve keşke sitemlerinle yoğurduğun gözyaşlarınla bizi de harman eyleseydin...…

"Gurbet kelepçedir yurdu sevene, bilerek koluma taktım gidirem"

Hatırlar mısın, tam üç kez geri dönüp bakmıştın bir seher zamanı...…

Hem de ezanlar okunuyordu; ama yine de gitmiştin...…

Üstelik yüreğinden kan damlaya damlaya...…

Kim bilir belki de sen giderek geldin bizlere de, bizler fark etmedik seni...…

Belki de öldükçe çoğaldın...…

"Sırtıma verdiler sitem yükünü, yel devirsin sebeplerin kökünü.

Elli yıldır beklediğim ekini, harmana dökmeden yaktım gidirem"

Geçen gün çok kıymetli dostum büyük ozan Çerkezoğlu geldi ziyaretime; hasret giderdik, senden bahsettik ve seni saygıyla yad ettik...…

Ey büyük usta gördüm ki, ozanlar da mahzun sen gittin gideli...…

Sazlar seni taklit ediyor, sözler seni anlatıyor...…

Fakat hiçbir şey sen gibi değil...…

Özlüyoruz be usta seni; hem de çok özlüyoruz...…

Seni yad ederken, Rahmani'yi de saygıyla andık...…

Değil mi ki, o Rahmani'ydi, PKK katillerine meydan okuyarak can veren...…

Galiba ozan olmak böyle bir şeydi...…

Boyun eğmemek, alttan almamak, can korkusuna kapılmamak...…

Rahmani de öyle yapmıştı, kendi canını kurtarma uğruna başka canların feda edilmesine göz yummamıştı...…

Bedelini canıyla ödedi...…

Kahpe pusu, O'nu Sansa'da kıstırmıştı...…

Ama o kahpe pusuya ram eylemedi...…

Çok şey değişti be usta, çok şey...…

Sen gittin gideli bu şehirde artık bülbüller de çağlamaz oldu...…

"Gafletlerden darbe yedi gururum" demiştin...…

Hele bir de bugünü görseydin.

İyi ki de görmedin...…

Çünkü bu kez gururun darbe yemekle kalmaz, büsbütün yerlere serilirdi...…

Adını hiç duymamış müdürler, dizelerini hiç okumamış edebiyat öğretmenleri var!

Makam odasına, en pahalısından küvetler, en gösterişlisinden mobilya alan yöneticiler de bilmiyor seni, onlara dalkavukluk eden sürüngenler de...…

Ama seni bilmesi gerekenler biliyor be usta...…

Bu halk biliyor seni…

Hem de bütün dizelerini...…

Senin gibi bir büyük ozan olan Sezai Karakoç diyor ki, "İyi insanlar iyi atlara binip gittiler"

Elhak doğru...…

Gittiniz teker teker hem de üç kez dönüp bakarak...…

Ama sonunda gittiniz bizleri böylesine mahzun bırakarak...…

Kimler gitmedi ki...…

Alvar'dan Muhammet Lütfü Efendi...…

Tambura'dan Emrah...…

Samikale'den Sümmani...…

Ve sonunda Reyhani...…

Kim bilir sıra kimde...…

Ne mümkün Sümmani'yi unutmak...…

Kanat olup, kuş olamadıysak da, yar hanesindeki talan için yas tuttuk hep...…

Sazlar düzen tutmuyor artık be usta...…

Özlüyoruz seni, bir sevgilinin vuslatı özlediğinden daha çok...…

Ne Leyla ile Mecnun, ne de Kerem ile Aslı; kimse anlatamadı bize bizi, senin anlattığın kadar...…

Üç kez dönüp bakmıştın bir seher vakti; hem de ezanlar okunuyordu...…

Ama yollar seni gurbete çekiyordu; bizlere özlem bırakarak...…

Evet...…Meydan boş kalmıyor; ama kimse de senin yerini dolduramadı be usta...…

"Saray padişaha baki değildir; padişah ölür de ferman kalır" demiştin...…

Öyle de oldu...…

S
en gittin ama dizelerin ışık ordusuna pusula oldu...… 
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Alp 01 Ocak 1970 02:00

    Her şeyi hallettik sıra geldi reyhani ile uğraşmaya reyhani baba amerikadan bir üniversiteden ödül almış byük bir halk ozanıdır Erzurum nasıl bir memleket ya bu kadar olmaz ne ibrahim erkal ne adnan polat bunlar gibi ne değerlerimiz var bunlara sahip çıkmak yerine kudurmuş gibi kendi değerlerimizle oynuyoruz

  • ruh adam 01 Ocak 1970 02:00

    kardeşim bu memleket nasıl bir memleket dedikodunun haddi var hesabı yok bu erzuruma bizanstan geçme bir hastalık var fitne fesat ALLAH bu memleketin insanının şerrinden uzak tutsun bizleri onun için batıda bir daire alan kaçıyor aga bu memleketten mhp li olursun adın mafyaya çıkar solcu olursun kominist yaftasını yapıştırırlar cemaatçi olursun yobaz derler EN İYİSİ KAÇMAK AGA BURALRDAN