Yaşamak!...

Çok varlıklı bir ailede doğdu; özel bakıcılarla büyüdü, özel okullara gitti. Dünya çapında isim yapmış üniversiteyi bitirdi. Yurduna döndü, önce holdingin güçlü bir şirketini yönetirken istediği kişiyle evlendi, istediğiyle istediği zaman yattı; sonra holdingin başına geçti, çocuğunu da kendi gibi yetiştirdi ve bir sabah her türlü imkânı olan hastanede öldü.

 

Yukarıda her kimi anlattıysak, bir ömür tüketerek çekip gitti.

Sevişirken mutlaka zevkin doruklarına çıktı; belki para kazanırken de aynı heyecanı tattı.

Dilediğini aldı, istediğini sattı.

Yaşamın rahat ve süslü yatağında yatarak geçen bir ömür!

Peki, yaşadı mı?

“Yaşamak,” sözcüğüne her türlü anlamını tıka basa doldurarak, “evet” ya da “hayır” diyen birinin verdiği yanıt, bu sorunun muhatabının da hayata bakış açısının kaç derece olduğunu gösteren bir iletkidir.

 

Evet!

Çünkü, her isteğini yapma ve her istediğine ulaşma olanağı, onu yaşamın herkesin ulaşamayacağı bazı sırlarına ve zevklerine ulaştırmıştır. Edindiği bilgiye dayanarak dünyayı daha iyi anlamıştır ve elindeki imkânıyla her yeri görme hayalini gerçeğe çevirmiştir. Yapmak istediği her şeyi yapmıştır; dolu dolu yaşamıştır.

 

Hayır!

Çünkü, “yaşamak,” “evet,” yanıtının açıklaması kadar basit olamaz.

Teolojiden referans almadan ve kutsallara sığınmadan, “hayır,” yanıtını veren anlayış, anlayışını nasıl ortaya koyar?

Doğadaki her canlı yaşamak için, içgüdüsel olarak kendi kavgasını verir.

İhsanı insan yapan ve her türlü canlıdan ayıran özellik ise; salt kendi için değil, başkaları için de kavga etmektir. Hiç tanımadığınız insanlar için verdiğiniz kavganın teri, size yaşamanın anlamını çözmenize yardımcı olur.

Ayağı taşa takılarak düşen birini elbette gücünüz ölçüsünde kaldırmaya çalışırsınız; ama önemli olan, o taşı kimse düşmeden oradan kaldırmaktır. Başkaları için yaşamanın en basit şekli bu değil midir?

 

İnsan olmanın ve yaşamanın sorumluluğu fikir ve eylemleri ile geriye olumlu bir şeyler bırakmaktır… Böyle düşünecek olursak, bu dünyada ne kadar az kişinin yaşadığını hayretle gözlemleriz; ama karamsarlığa gerek yok bana kalırsa!.. Her insan, geçmişine kendi çapında bir şeyler bırakır. Dilerse onurlu bir hayat, dilerse bunun tam aksini dünlerine dökerek mezarına yerleşir.

 

Yaşamanın değişmeyen çarpanı, ister bir toplum olarak düşünülsün, isterse birey olarak ele alınsın özgürlüktür.

İlkelerini koruyarak özgürce yaşamak; ilke ve özgürlüğün arasındaki ince ipliği koparmadan var olmak değil midir “yaşamak!”

Ve düşünceyi korkmadan söylemek…

Ve çirkini güzel eylemek…

 

Eğer ruhunuzu madde ile uyuşturmuşsanız, sevdiğinizden ayrı kalmanın acısını hissedebilir misiniz; eğer acı hissetmiyorsanız, yaşıyor musunuz siz?

 

Kalp incitecek bir sözü söyledikten sonra tam göğsünüzün ortasına koca bir pişmanlık kayası gelip yerleşmiyorsa…

Alnınızın ak teriyle aldığınız ekmeğin ve yüreğinizin pak sevgisiyle bulduğunuz sevdanın sıcaklığını algılayamıyorsanız…

Umut etmenin ne demek olduğunu bilemiyorsanız; güneşi beklemenin sabrına eremiyorsanız…

Her sabah yeni bir şey öğrenmek için güne başlamıyorsanız…

Yaşamıyorsunuz siz!

 

Kendi çıkarınız için başkasının zarar görmesini göze alıyorsanız…

Ve sevginiz yalansa…

Kalbiniz bozulmuş sizin, hurdaya çıkacaksınız yakında.

Çünkü, siz bir makinesiniz.

 

Sizin için artık çok geç.

Duygu yetmezliği var sizde; artık durmak üzeresiniz.

Son çare olarak, kitap okuyun biraz.

Belki iyleşirsiniz.

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.