Erzurum Haber Girişi : 28 Aralık 2009 15:58

Âkif'in Türk Eğitim Tarihindeki Yeri

Âkif'in Türk Eğitim Tarihindeki Yeri
Âkif’in Türk Eğitim Tarihindeki Yeri

Dâr-ı bekaya göçüşünün 73.yıldönümünde İstiklâl Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy ülkemizin dört bir yanında yapılan etkinliklerle anılıyor. Şairin sevenleri, öğrenciler, kitap okurları, ülke meselelerine gönül verenler, kültür ve edebiyat sevdalıları yapılan birbirinden güzel ve farklı anma programlarıyla Mehmet Âkif’in hayatını, sanatını, davasını, misyonunu, farklı yönlerini öğrenme, bilgilerini tazeleme fırsatı buldu.

 

Bu bağlamda Prof.Dr. Yahya Akyüz’ün Türk Eğitim Tarihi adlı kaynak eserinde “Mehmet Akif’in Türk eğitim tarihindeki yeri nedir?” başlıklı yazısından altını çizdiğim bazı satırları siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum:

 

Sanatını toplumsal sorunları, dertleri acımasızca deşmek için kullanan Mehmet Âkif eğitim, öğretim konusuna da pek tabiî eğilecekti.

 

Mehmet Akif, Tanzimat’tan sonra açılan mektepleri “müstehlik” (tüketici) adam yetiştirdikleri gerekçesiyle eleştirir. Bunlardan ülkenin işine yarayacak, ihtiyaçlarını giderecek adam çıkmamaktadır. Çünkü öğrenciler “görmeden okumakta, hayatı anlamamaktadırlar.” Mekteplerden çıkanlar Batının müspet bilimini değil, kötülüklerini alıp gelmektedirler. Bu durumun sorumluları, millî, dinî değerleri tanımayan, halkından kopmuş “muallimlerdir.”

 

Mehmet Âkif, Safahat’ın 6. kitabı olan Âsım’da böyle muallimleri acımasızca eleştirir. Fakat 4.kitap olan Fatih Kürsüsü’nde daha yumuşak ifadelerle muallimlerde bulunması gereken özellikleri dile getirir:

 

“Muallim ordusu derken çekirge orduları

Çıkarsa ortaya artık hesap edin zararı,

“Muallimim” diyen olmak gerektir imanlı,

Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı.

Bu dördü olmadan olmaz: Vazife çünkü büyük.”

 

Mehmet Âkif bir makalesinde, çocuklarımızı kendi yetiştiğimiz biçimle, ezberci ve yararsız eğitim metoduyla yetiştirmememiz gerektiğini savunur: “Bizler malumat (bilgi) diye kafamıza doldurduğumuz şeylerden ne yarar sağladık? Sekiz yaşında ezberlediğim birçok şeyi ancak otuz yıl sonra anlayabiliyorum! (…) Çocuklarımız bugün de okuduklarını anlamıyorlar, beyinlerinde bilgiyi emanet para gibi taşıyıp duruyorlar. Biz sersem olduk diye çocuklarımızı da mutlaka kendimize mi benzetmeliyiz?”

 

Ona göre millet olarak toplum olamamızın altında yanlış eğitim sistemi yatmaktadır: “Bakıyorum ayrı ayrı pek iyi adamlarız. Biz medeniyette dünyalar kadar (pek çok) geride bırakan milletlerin fertlerinde (insanlarında) bizdeki büyüklük yok. Sonra bakıyorum, bir yere gelince bir heyet-i içtimaiye (toplum) teşkil edemiyoruz. Çünkü o terbiye(eğitim)den yoksunuz. Bizim muhtaç olduğumuz terbiye asıl bu ikinci terbiye olacak.”

 

O, medreseleri şiddetle eleştiri: medreseler artık İbn-i Sina, Gazali vb. bilim adamları yetiştiremiyor. Kuran’dan “kuru mânâ çıkarmakla uğraşıyorlar, “yalancı dünya” felsefesiyle toplumu uyutuyorlar.

 

Mehmet Âkif, halkın camilerde vaaz ve nasihat yoluyla eğitilmesine de çok önem verir. Der ki: camiler, halkın aydınlatılması için ne uygun yerlerdir! Fakat ne yazık ki, cahil vaizler, hocalar İslâmı geniş kitlelere yanlış anlatıyor ve onları dinî hikâyelerle meşgul ediyorlar. Ziya Paşa, “bizde son derece önemli iki şey var ki, bile bile en yeteneksizlere verilir: “Çocuk lalalığı (terbiyeciliği) ve kaza müdürlüğü’ demişti. Mehmet Âkif bunlara vaizliği de eklemek gerektiğini söyler.

 

Ona göre, devletin çökmeye yüz tutmasının nedeni, beşikte kulağa fısıldanan, öğretmenler, yazarlar, devlet adamları tarafından işlenen bir hayat ve eğitim felsefesidir. Bu, dayakla terbiye vermeyi amaçlayan, korkak, ürkek, hareketsiz, karamsar nesiller yetiştiren bir felsefedir ve en büyük hatamız budur. Âsım’da (1919,Safahat:6) şöyle der:

 

“Zerk etmediler kalbime bir damla ümid,
Hoca, dünyada yaşanmaz yaşamaktan nevmîd.
Daha mektepte çocuktuk, bizi yıldırdı hayat;
Oysa hiç korku nedir bilmeyecektik, heyhat!
Neslim ürkekmiş, evet, yoktu ki ürkütmeyeni;
”Yürü oğlum!” diye teşci edecek yerde beni,
Diktiler karşıma bir kapkara müstakbel ki,
Öyle korkunç olamaz hortlasa devler belki!
Bana dünyaya çıkarken “batacaksın!” dediler.

(…)
Bir ışık gösteren olsaydı eğer, tek bir ışık
Biz o zulmetleri bin parça edip çıkmıştık.
İki üç yüz senedir serpemiyor bizde şebâb;
Çünkü bîçarenin atisine imanı harab"

(Zerk: Aşılama,  Nevmîd: Ümitsiz, Teşci: Özendirme, teşvik Şebâb: Gençler, Âti:gelecek)

 

Âsım’ın ilginç bir yönü de şudur: Bu şiirde, Âsım adında bir gencin sözü geçer. Şiir, Mehmet Âkif’in on birkaç arkadaşıyla beraber, “bilim pınarlarının sularını getirmeleri” için Almanya’ya gitmelerini tavsiye etmesiyle son bulur:

 

Giden üç yüz senelik ilmi tez elden getirin!

 

Özetle Mehmet Âkif, mektep ve medresenin ikisinden de o halleriyle ülkeye gerçek bir yarar gelmeyeceğini söylemiş, eleştirileriyle dikkatlerin eğitim konusuna yönelmesinde etkili olmuştur.O, eğitimden Batının bilimi ile Kuran hükümlerinin ve milli değerlerimizin, sentezini beklemiştir.. O, I.Dünya Savaşı ve Milli Mücadelenin zor günlerinde nesillerin, beşikten başlayarak ülke geleceğine ilişkin karamsar değil iyimser yetiştirilmesi gerektiğini haykırmıştır ki, bu belki onun eğitim düşüncemize en önemli katkısıdır.

 

Sevgili okurlarım, Mehmet Âkif dikkatleri ezberci eğitime, birey olarak kalıp bir türlü toplum olamayışımıza, niteliksiz öğretmenlere, İslâmı hakkıyla kavrayıp halka anlatamayan hocalara, gençlere ve topluma ümitsizlik aşılayan büyüklere dikkatleri çekerken sanki bu günlerin eğitim problemlerini de dile getirmiş oluyor.

 

* Kitap Önerilerim:

  TÜRK EĞİTİM TARİHİ, Prof.Dr. Yahya AKYÜZ,

   Pegem-Akademi Yayınları

 

  NEYZEN TEVFİK, Hilmi Yücebaş,

   L&M Yayınları

 

 

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.