Erzurum Haber Girişi : 15 Ağustos 2009 15:20

Sokağa hasret çocuklar!..

Sokağa hasret çocuklar!..
Sokağa Hasret Ya da Sokağı Olmayan Çocuklar!..

Sokağı ya da bahçesi olmayan çocuklara üzülmemek elde mi? Onların, çocukluklarını tam olarak yaşayamadıklarına olan inancım, bazı çocukları görünce, daha da kuvvetleniyor, daha da pekişiyor; buna bağlı olarak üzüntüm iyice artıyor. Kendine ait bahçesi olsa bile, yine de üzülüyorum sokağı olmayan çocuklara... Zira çocuk, kendi bahçesinde çoğu zaman kendi başına oynar. Çoğunlukla paylaşamaz ya da paylaşmasına izin verilmez o güzelliği başka çocuklarla... Halbuki, güzelliklerin, dostlukların, paylaştıkça çoğaldığı söylenmez mi?

      Ne var ki, paylaştıkça çoğalmanın... ve çoğaltmanın yüceliğini nicedir unutmuş görünüyor insanlar. Unutmasalar bile, hatırlamak istemiyorlar belki... İşin içinde paylaşmak var diye herhalde... Ruhlarımıza; paylaşmanın elimizdekileri azaltacağı korkusu öylesine sinmiş, öylesine derinlere kök salmış ki... Bu korkuyla, kimse kimseye fazla yaklaşamıyor, kimse kimseye selâm verip, samimiyet gösteremiyor. Paylaşmanın cesaretini gösteremeyen insanlar, huzuru kaybetmiş bir halde, savaşlar ve kavgalarla birbirlerini azaltmanın, böylece de, paylaşacak kişi sayısını en aza indirmenin kanlı mücadelesini veriyorlar.

      Çocuk; minicik yüreğinde, farkında olmadan büyüyen güzellikleri arkadaşlarıyla paylaştıkça, çocuk olmanın hazzını daha çok yaşar, çocukluğundan tat ala ala büyür. Sokak ise; bu paylaşmanın en iyi yaşandığı yerdir. Çünkü, özgür olduğu, kendi başına karar verebildiği tek yerdir çocuk için sokak...

      Ve özgür olduğunu hissettiği sokaklarda, “dur, sus” sözlerine muhatap olmadan, istediği gibi koşar, oynar, elini ayağını kanatır. Karışanı görüşeni olmaksızın çın çın öttürür sokağı sesiyle... Şenlendirir ortalığı...

      Tabii bu anlattıklarımızın çoğu eskidendi sizin de bildiğiniz gibi ey okuyucular... Şimdi imkânı olanlar, sokağın yerine, etrafı surlarla, korumalarla çevrili kampüsleri koymuşlardır. Buna imkânı olmayanlar ise, evlerinin daracık odalarına, koridorlarına hapsolmuşlardır. Ara sıra, anne babayı zorlayarak gittikleri parklardan başka eğlenceleri kalmamıştır zavallıcıkların... Buralarda ise; rahat rahat oynayacağı, arkadaşım diyebileceği çocuklar yoktur tabii ki...

     

       Bazen, geçmişte oturduğumuz o eski mahallelerin, ıssızlık bürümüş sokaklarından geçiyorum. Evlerinin çoğu yıkılmış, ayakta kalan birkaç evin de kimsenin oturmadığı intibaını verdiği buralara artık sokak denemez. Niye derseniz? Sokağa sokak olduğunu bildiren, ortalığı birbirine katan çocuk sesleri kalmamış da ondan. Herkes çekmiş bir tarafa gitmiş. Şairin (Atilla İlhan) dediği gibi;

      “şenlik dağıldı ve bir acı yel kaldı bahçede yalnız

       o mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız.


      Sebahattin Kudret Aksal’ın  “Bizim Olan Sokaklar” adlı hikâyesi de bununla ilgilidir. Yazar; sokakların bugün giderek unutulan o insanî yüzünü anlatırken geçmişe dalar ve cümlelerinin sonunda, bugün bulamayacağı o güzellikten ötürü şimdinin sokaklarında yürümek istemediğini belirtir:


      “Şimdi her akşam eve dönerken iki yandaki evlerin badanalarını bana biraz soluk, dükkanların vitrinlerinin pek de bir şey söylemeyen halleriyle göründüğü bu tozlu sokaklar, bir zamanlar, çocukluğumdan sıyrılıp ilk gençlik çağına girdiğim sandığım sıralarda, benimle aynı duyguları, aynı umutları yaşayan bir arkadaşımla beraber, yaz gecelerinde dolaşmaya doyamadığımız, dolaştıkça tiryakisi kesildiğimiz sokaklar mıydı diye düşünüyorum da, bir bakıma, onları bu değişik yüzleriyle tanımakta güçlük çekiyorum.


      Lisenin son sınıfında bulunduğumuz, on altı on yedi yaşlarını yaşadığımız o sıralarda bu sokaklar bize ne kadar aydınlık, geniş, rahat görünmüştü. Kaç yaz gecesi el ayak çekildikten sonra bitmez tükenmez konuşmaların sonunu bir türlü getiremeyerek yürümüş, şimdi ararda bir yolda gördükçe bulunduğu kasabanın ismini söyleyen, benimde unutarak her defasında, yeniden nerede olduğunu sorduğum o arkadaşımla birbirimizi evlerimize kadar götürerek mekik dokumuştuk.


      Ne mi konuşurduk? Neler konuşmazdık ki! Sırasına göre elimize geçen bir dergiden, o dergideki bilmem hangi yazıdan, bir on altı yaş insanının düşüncesini kurcalamaya başlayan, bir iki yıl için insanoğlunun dertlerinin en önemlisi sayacağı, her zaman için rahatsızlığını çekeceğini zannederek, bir iki gün öylece bir yere bırakıvereceğini, bir daha da el atmak isteğini duymayacağını ummadığı metafizik konularından, son günlerde aklımızdan eksik edemediğimiz bir kızdan, ailelerimizden, arkadaşlarımızdan, hafta içinde gördüğümüz filmlerden, daha buna benzer nelerden konuşurduk, konuşurduk da vaktin gece yarısını geçtiğini anlamazdık bile.


      Dünyayı tanımak kadar eşsiz bir şey yok muhakkak. Çocuğun eliyle, diliyle masaları, iskemleleri, pencereleri, ateşi, suyu, şekeri, tuzu öğrendiği üç beş yaşlarının çok güzel döneminden sonra, ikinci bir dünyayı tanımak çağı on altı, on yedi yaşlarında başlar bence. Bu da sokakları, yıldızları, uykusuzluğu, konuşmayı bulduğumuz, bir başka deyimle öğrendiğimiz zamanlar olsa gerek.


      (...) Üç beş cümlede bitiverir, öz ondan sonra bitmeyen, konuştukça açılan, açıldıkça konuşmak, belki saatlerce, belki günlerce durmadan, anlatmak istediğini uyandıran bir bahse, aşklarımıza gelirdi.


            (...) Sokaklar, unutulmaz yaz gecelerinde, kadınları, uykusuzluğu, özgürlüğü, yaşama sevincimizi bulduğumuz sokaklar, söylediğim gibi şimdi de her akşam geçtiğim sokaklar tabii; ama bana artık bir yaz gecesinde başımı alıp yürümek isteğini vermiyor.

      Görünce sokakları böylesine terkedilmiş ve böylesine sessiz... Çocuk seslerinden bu kadar yoksun... Hüzün, her zaman olduğu gibi, yeniden yâreledi sinemi ve ben içimi saran bu hissiyata tercüman olarak şiiri seçtim... Ne zaman geleceği belli olmayan mısra yangınından, ellerim yanarak sokaklar için bir şiir derledim kendimce... Okuyun ve siz de; yıllar öncesinde oynadığınız, ağladığınız, sevindiğiniz sokakları hatırlayın diye...


Bizim Sokaklarımızdı Bunlar

 

Akşamın karanlığı çökünce sokağın yüzüne

Anlardı çocuklar eve gitme zamanının geldiğini

Sonra kısalırdı ve yokolurdu gölgeler

Evlerinin yolunu tutan çocuklar gibi 

Eriyen zamanı geri getirmek

Mümkün değildi ama

Sabah olunca çocuklar

Kaldıkları yerden

Devam ederlerdi oyunlarına

 

Sokağın değişik yüzüydü

Âşinâ olunmayanların sokağa uğrayışı

Bazen ise kavgalar doldururdu sokağın göğünü

Bir de kadınları bağırışı

 

Hele yazın

İnsanın sokaktan ayrılası gelmezdi

Ve tatlı bir esinti dokunduğunda sinelere

Sokaklar daha bir başka olur

Yürekleri muhabbetle çarpanlar

Eve gitmeyi bilmezdi.

 

Bizim sokaklarımızdı bunlar

Neşeyi kahkahayı içlerinde unuttuğumuz

Bizim sokaklarımızdı bunlar

Kaygısız ve uçarı

El ele tutuştuğumuz

 

Oyunlarımız orda kaldı

Saf çocukluk aşklarımız da

Ve

Salkım söğütlerle süslü bahçelerin yerini

Devasâ binalar aldı

 

Şimdi kim ağlar kaybolan sokak seslerine

Ve mâzinin derinliğinde kalan

insanoğlu insan nefeslerine

Ve kim ağlar

Akşam inince sokağa

Evlerde çizilen mutluluk resimlerine

Bizim sokaklarımızdı bunlar

............................................ (İsmail Bingöl)

 

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.