İnsan bazen öyle susar ki;
lâl olur dili, ağzından çıkacak her kelime aslında "lav" gibidir...
Ama susar...
Yakar içini...
***
Atalarımız bize, susmanın adam olmak olduğunu öğrettiler...
Lakin; gün gelir memlekette adamın a'sı bile kalmaz demediler...
Eee..
Büyük olmak kolay değil!
Hele; sütü bozukların bol olduğu bu şehirde, büyümek hiç kolay değil..
***
Bir kaç gündür dostlarım, (kelimenin gelişine yazdım) yani siz okurlarım; "neden yazmıyorsun?"diye sitem dolu, hatta; "sen de mi sıradan ve bedeli olan bir adamdın" diye suçlayıcı ve daha buraya yazamadığım bini bir para, bin bir hakaret dolu e-mailler, mesajlar atıyorlar...
Evet, yazmıyorum...
Dahası o kadar çok yazacak şey varken; hiçbir şey yazamıyorum...
Hiç kimse olamıyorum ben!
Sıradanlaşamıyorum işte...
Öyle anlar oluyor ki, ekmeğini tamı tamına 25 yıldır kalemiyle kazanan ben,
Sermayesi; beyni ve yüreği olan ben,
Ve o kılıç gibi kalemiyle vicdanını yoklayıp canı yanan ben,
susup yazamıyorum...
Ekmeksiz, çaresiz, aç ve susuz kalabiliyorum ama; sahtekarlık yaparak, kendimle gurur duyamıyorum...
***
Meselâ; hiç yaşlanmayacak bu Cumhuriyet'i, babamdan küçük sanmıyorum...
Birilerinin sırtında bir asalak gibi ihtişamla yürümüyor, kendimi kibir kulelerinin sultanı sanamıyorum...
Bu lanet yazı işçiliği de, böyle bir erdemli virüs işte...
Hani; şekerin tatlı, biberin acı, Erzurum'un soğuk olduğunu bilirsin ya!
Ve...
Meselâ yine, bilirsin adamların adam olduğunu da, adam bildiklerinin adam olamadıklarını..
Ve kızarsın ya, kendi kendine...
Hani, vatan haini o şairin de mısralarında kendine kızdığı gibi;
"yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?..."
Ve eklersin ardı sıra:
Elma diye bildiğin tat, aslında kokusundan yanına yaklaşılamayacak bir kaşık çürük lorsa
Ve...
Sen, sap gibi ortada kalıp, tüm duruluğunla bu kendini adam sananların arasında adam olmaya çabalıyorsan...
Ve hayat; aslında senin hayal etmediğin kadar çirkin çok kimselerle doluysa...
Ve...
Umutları daha taze bahar bu kadim kentte, yüreğinin tüm sıcaklığını hissederek bağrına bastığın kelli felli adamlar her geçen gün yamuluyorsa...
***
Bazen susmak, susa kalmak; amentü gibi gerçeği bilip de lâl olmaktır...
Ben gibi...
Ya da dili lav,
sen gibi...
Veya bizim Ömer Nazmi'nin bir şiirinde;
"Bozuk saatleri götürmeyin tamire,
hiç bir şarkı o çarkı eskisi gibi çalıştıramaz..."
dediği gibi.
***
Bu günlerde çok moda; "Haksızlık karşısında susmak dilsiz şeytan olmak..."
Bu Hadis-i Şerif'in erdemi karşısında; gördüğümüzü, işittiğimizi anlatmak boynumuzun borcu...
Susmanın önce kendimize, sonra size haksızlık olduğu gün gibi gerçek.
O zaman; biz yazalım, suskunluğumuzu bozalım, bozalım da siz de suskun kalmayın...
Yorumlarınız, eleştirileriniz, övgüleriniz hatta sövgülerinizle çıkın ortaya ki; Midas'ın kulakları gibi bir dipsiz kuyuya bağırmadığımızı bilelim...
Bilelim de; ne yazacağımıza, neyi yazdığımıza ona göre karar kılalım...
Yoksa yazık değil mi; umutları taze bahar olan bu kâdim kentte...
***
Şunu unutmayın ki;
Biz artık susmayacağız!
Ve bilesiniz ki;
İffetten, izzetten, erdemden ve edepden bahsederken bu haykırışımıza
destek olmayanların boynunda hep asılı kalacak vebalimiz!
***
Suskunluğumuzu bozduk bozmasına da çok uzattık lafı, iyisi burada keselim.
Alvarlı
Muhammet Lütfü Efendi'nin Babası Hüseyin Efendi'yi de yetiştiren, Şeyh Hamza Nigari'den bir alıntı ile bu
dertleşmeyi bitirelim.
"nice
ağlamayım, etmeyim feryâd,
giriftâr-ı aşkın bî-nevâsıyem.
leyli'nindir mecnun, aslı'nın kerem,
ben de şeyh nigâr'ın mübtelasıyem."
Bizimki de Erzurum'a müptelalık işte...
Suskunluğumuzu bozalim HZ ÖMER Gibi sokağa çıkıp ellerinizi arkaya dolayıp ı bizde Allahın Kölesiyiz
Suskunluğumuzu bozalim HZ ÖMER Gibi sokağa çıkıp ellerinizi arkaya dolayıp ı bizde Allahın Kölesiyiz
BENDE İNSANLAR BİLİRİM ADLARI MAKAMLARINDAN BÜYÜK...KENDİLRERİ İSE ÇOK KÜÇÜK...NE GEREK VARDI GARDAŞ DERTLERİMİZİ TEPRİŞTİRMEYE...OLDUMU ŞİMDİ...SÖYLE BAKAYIM.....
Bu yasınız bende Arif Nihat Asya`nın ADMLAR BILIRIM şiirinin Tefsiri gibi iz bıraktı